Aydınlar Ocaklarının 42. Şûrasına katılan üyelerimizin ülke ve dünya meseleleri ile ilgili ortaya koydukları tespit, görüş ve öneriler aşağıda maddeler halinde belirtilmiştir:
1.”YENİ ANAYASA” YAPILMASI: “YENİ ANAYASA” talebi, toplumun acil ve zaruri bir ihtiyacından doğmamıştır. Anayasa’da hak ve hürriyetleri geliştirici her türlü değişiklik TBMM’de görüşülerek yapılabilir. Nitekim “darbe anayasası” denilen bu anayasa TBMM’de defalarca ve referandumla önemli ölçüde değiştirilmiştir. “Yeni Anayasa” isteyenlerin hedefi; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve sahibi olan “Türk Milleti”nin adını ve devletimizin kimliğini belirleyen Anayasanın ilk 4 maddesini değiştirerek millîegemenliğimizin yok edilmesi, 5., 6., 10., 41., 42/9., 66. Ve 127. Maddelerin değiştirilmesini sağlayarak devletin yapısının çok ortaklı bir federasyona dönüştürülmesidir. “Yeni Anayasa” adı altında rejim değişikliğine yol açacak ve ülkeyi tanınmaz hale getirecek bu dönüşümü, asla kabul etmeyeceğimizi ve yok sayacağımızı bir defa daha ifade ediyoruz. Bu sebeple, etnik ırkçılığı ve bölücülüğü tahrik edecek “Yeni Anayasa” hayalleri terk edilmelidir. Eğer bu istekleri kabul edersek; o zaman son dönemde yapılmaya başlanan terörle mücadele, anlamını tamamen kaybeder.
Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun; ayrılıkçılığın kutsallaştırılması ve Türk milletinin aidiyet şuurunun zayıflatılmasıdır. Anayasa yoluyla devlete ortak aramak ve egemenlik devri, devleti devlet olmaktan çıkarır. Hiçbir ciddi ülkede, dış destekli bir terör örgütünün taleplerini karşılamak ve şiddeti yatıştırmak için “Yeni Anayasa” yapılamaz. “Yeni Türkiye” ifadesi, Türk tarihi, Atatürk, Cumhuriyet, millî mücadele ve millî kimlikle hesaplaşmadır. Milli devletin kuruluş amaçlarına meydan okumadır. Bir rövanş alma hevesidir. Bu anlayış ülkeye kurulan dış destekli bir kumpastır. Siyasi istikrarın sağlanması için, bu tür yanlış söylemlerden ve uygulamalardan kaçınılmalıdır.
Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki engel Anayasa değildir. Daha demokratik bir Türkiye için, öncelikle gelişmiş demokrasilerdeki uygulamalara paralel olarak; Öncelikle Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanununda köklü değişiklikler yapılmalıdır.
2.BAŞKANLIK SİSTEMİ: “Yeni Anayasa yapma” bağlamında aynı anda, Parlamenter sistemin yerine, bizi totaliter bir rejime götürecek “tek adam” egemenliğine dayalı “Başkanlık Sistemi”nin ikame edilmesi dile getirilmektedir. “Başkanlık sistemi”, başına “Türk” kelimesi getirilse de, demokrasiyi onarmak ve sorunları çözmek yerine, “Federal Yapı”ya geçişin anahtarı olacaktır. Esasen böylesine köklü bir değişime, sosyal ve siyasi bir ihtiyaç da yoktur. Parlamenter sistem, Türkiye’nin 100 yıllık tecrübesi ile kurum ve kuralları kökleşmiş bir sistemdir. Yapılması gereken çok partili demokratik ve parlamenter sistemi, aksayan yönlerini ıslah ederek, geliştirerek devam ettirmek en akılcı yoldur. “Bize özgü Başkanlık modeli” olarak iktidar partisince teklif edilen model, Türkiye’yi doğrudan diktatörlüğe sürükleyecektir. Sistemler kişiye göre değil, yüzyıllar devam edecek şekilde ülke ihtiyaçlarına göre kurulmalıdır.
3. HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE YARGI BAĞIMSIZLIĞI: Türkiye Cumhuriyeti bir “hukuk devleti”dir. Bunun için, “kuvvetler ayrılığı”, “hukukun üstünlüğü” ve “yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” ilkeleri mutlaka korunmalıdır. “Hukukun üstünlüğü” ilkesini yaşatan bir devlet olabilmek, hem dünyada saygın bir devlet olmanın ve hem de güçlü bir ekonominin olmazsa olmaz şartıdır. Hukukun üstünlüğü ilkesi “her türlü eylem ve işlemin yargı denetimine tabi olmasını” gerektirir. Hiçbir kişi veya zümreye suç işleme imtiyazı tanınamaz. Yargı siyasallaştırılmamalı, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine kesinlikle uyulmalı, yürütme, yargıya müdahale etmemelidir. Hukuk devleti, siyasi müdahalelerle “parti devleti”ne dönüştürülmemelidir. Hakimlerin hakimlik teminatı sağlanmalı, bu teminat, coğrafi teminatı da kapsayacak şekilde genişletilmelidir.
Yargı organlarına müdahaleler, “Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin” ihdası gibi uygulamalar Türkiye’de Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesini sarsmış, toplumun yargıya olan güvenini azaltmıştır. Son dönemlerde yoğunlaşan hukuka aykırı olarak medyaya müdahaleler, şirketlere el koymalar veya keyfi idari cezalar hukukun üstünlüğü ilkesi bir yana hukuk devleti olmaktan da uzaklaşma işaretleri olarak endişe vericidir. Devletin bütün kurumları hukukun üstünlüğü ilkesine herkesten daha fazla özen göstermelidir.Devlet organlarında her türlü paralel yapılanmaya kesinlikle izin verilmemelidir.
4.DÜŞÜNCE VE İFADE HÜRRİYETİ, MEDYAYA BASKI: Son dönemlerde yoğunlaşan hukuka aykırı olarak medyaya müdahaleler, şirketlere el koymalar veya keyfi idari cezalar “hukukun üstünlüğü ilkesi” bir yana hukuk devleti olmaktan da uzaklaşma işaretleri olarak endişe vericidir. Bu durum aynı zamanda düşünce ve ifade hürriyetini ve vatandaşın doğru haber alma hakkını büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır. Hapishanelerdeki gazeteci sayısının artması, basın ve yayın organları ile gazetecilere baskıların yoğunlaşması, Türkiye’nin dünyadaki imajını bozmaktadır. Bunun için düşünce ve ifade hürriyeti üzerindeki baskılara derhal son verilmelidir.
5.”ÇÖZÜM SÜRECİ”NİN GELECEĞİ: Açılım ve çözüm süreci şimdiye kadar ortaya çıkan şekliyle Türk Milletinin birlik ve bütünlüğünün önüne etnik parçalı bir resmin konması, devletin egemenliğinin zedelenmesi ve çok ortaklı bir devlet yapısına geçmektir. Yürümeyen, yürütülemeyen, sabote edilen bu süreç, terör örgütünü güçlendirmiş, bölgede vatandaşı zor durumda bırakmış, can ve mal güvenliğini zedelemiş ve göçe zorlamıştır. Kamu düzeninin bozulmasına terörle pazarlık ve sözde çözüm süreci uğruna göz yumanlar, ülkeye büyük bir fatura ödetmişlerdir. Bunun için “çözüm süreci”nden tamamen vazgeçilmeli, terörle ve paralel yapılarla mücadele sürdürülmeli, terör tamamen bitirilmeli, yeni Oslo ve Habur rezaletleri yaşanmamalıdır. Terörle mücadelenin etkinleştirilmesi için, kalekolların yapımı hızlandırılmalıdır. Sorunlar, demokrasi içinde çözülmeli ve hukuk devleti işletilmelidir. Demokratik haklar, pozitif ayrımcılık yapılmayarak Türk toplumunun tamamı için genişletilmelidir. Bu arada Güneydoğu’da bölücü teröristlerle çarpışırken şehit düşen asker, polis ve korucuların çocuklarına her yönden sahip çıkılmalı, ailelerine TOKİ’den daire verilmelidir.
Büyük Türk Milleti’nin ayrılmaz bir parçası olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki vatandaşlarımızla diğer bölgelerimizdeki vatandaşlarımız arasında bugüne kadar ciddi bir sorun yaşanmamıştır. Sorunumuz Kürtçe veya Zaza’ca konuşan vatandaşımızla değil, Türkiye’ye karşı etnik grupları ve mahalli dilleri kullanan işbirlikçilerle ve terör örgütleriyledir. Dikkat edilirse kamu düzeninin bozulmasından dolayı terör örgütünün baskısıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden göç eden insanlarımız, ne Irak’ın kuzeyine, ne de başka bir ülkeye göç etmemekte, iç göç yoluyla Batı bölgelerimize yerleşmektedirler. Demek ki, bu bölgelerimizde bir etnik sorun bulunmamakta, bin yıllık kardeşlik devam etmektedir. Vatandaşımız millî kimlikle çatışan ayrı bir kimlik peşinde değildir. Etnik merkezli ve etnik taassupla yönetilen bir politika, ne ülke yararına çözüm getirebilir; ne kardeşlik ve barışı sağlayabilir, ne de millî birlik ve bütünlüğü oluşturabilir. Ayrıca yetkililerin, bazı şer güçlerin iç göçler yoluyla demografik yapımızı değiştirmeye yönelik girişimlere karşı uyanık olmaları ve bu girişimlerin “Bölücü İstila”ya dönüşmesini engellemeleri gerekmektedir.
6.KUZEY SURİYE’DEKİ YAPILAŞMA VE ORTADOĞU POLİTİKAMIZ: Kuzey Suriye’de ülkemiz aleyhine olan yapılaşma ve koridor; sonucu ne olursa olsun bertaraf edilmelidir. Bizim için önemli olan, Esad’ın görevde kalıp kalmamasından çok; bu koridorun kantonlarla tamamlanmamasıdır. Türkiye’nin çöken ve çelişkilerle dolu, duygusallığın ve mezhepçi bakışın egemen olduğu Ortadoğu politikası değişmelidir. Komşu ve bölge ülkeleriyle ülke itibarı esas alınarak ilişkiler geliştirilmelidir. “Yeni Osmanlıcılık” adı altında yerli yersiz her konuya müdahil olucu, itibar kırıcı, bölgede siyasi etkinlik sağlayacağı zannedilen yanlışlar terkedilmelidir. Türkiye’nin çelişkili Irak ve Suriye politikaları terkedilmeli, öncelikle oralarda yaşayan Türkmen varlığının yaşatılması ve haklarının korunması esas alınmalıdır. Bu ülkelerde Türkmen varlığının yaşatılması, Türkiye’nin geleceği ile de yakından ilgilidir. Irak ve Suriye’nin toprak bütünlükleri korunmalıdır.
7.SURİYELİ GÖÇMENLER SORUNU VE TELAFERLİ GÖÇMENLER: Türkmen kardeşlerimize sınırda pasaport soran Türkiye, Suriye olayları üzerine iki milyonun üzerinde Suriyeliyi sığınmacı olarak kabul etmiştir. Bu Suriyelilerin büyük çoğunluğu Türkiye’ye yayılmış olup, çeşitli yörelerde yerli halkla kavgaya varan çatışmalara taraf olmaktadırlar. Güneyimizden Türkiye’ye yönelen göç akımı, hayati sorunlara gebedir ve demografik yapımızı yer yer bozmuştur. Ahlaki değerlerimizden güvenlik ve asayişe kadar birçok alanda bozulma ortaya çıkmıştır. Göç ile ortaya çıkan kayıtdışı ve düşük ücretli Suriyeli işçiler nedeniyle ülkemizdeki işsizlik daha da artmıştır. Türkiye milyonlarca insanın barındırıldığı bir göç merkezi olamaz. Göç güzergâhındaki ülkeler, bu sorunun çözümünü adil bir şekilde paylaşmalıdırlar.
Ayrıca IŞİD baskısıyla Türkiye’ye göç eden 70-80 bin Telaferli Türkmen göçmen de, ilgisizlik nedeniyle zor durumdadırlar. Yetkililerin bu göçmenlerle ilgilenerek sorunlarını bir an önce çözmeleri gerekmektedir.
8.KKTC’NİN DURUMU: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, siyasi ve kültürel bir varlık olarak korunmalı, egemenlik haklarına saygı gösterilmeli, Türkiye’nin anlaşmalardan doğan haklarından vazgeçilmemelidir. Birleşme tuzakları ve yeni Annan Planları kabul görmemelidir. KKTC’nin bağımsızlığına ve egemenliğine son verecek ve Güney Kıbrıs Rum devletine peşkeş çekecek diplomatik temaslara ve girişimlere derhal son verilmelidir.
9. TÜRK DÜNYASININ SORUNLARI: Türk Dünyası’nın çeşitli bölgelerinde (Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri, Irak Kerkük Türkmenleri, Suriye Halep ve Bayır bucak Türkmenleri, Ahıska Türkleri vb.) Türklere yönelik eritmeci bir politika yürütülmektedir. Ruslarca işgal edilen Kırım’daki Türkler, hem kıyıma uğramakta, hem de 2. Dünya Savaşından sonraki gibi yeniden sürgün edilme ile tehdit edilmektedirler. Son günlerde Güney Azerbaycan’daki Azeri Türklerine, Farslarca millî kimliklerini ve millî şuurlarını ortadan kaldırmaya yönelik baskılar yapılmaktadır. Yetkililerin, bu politikalara karşı uyanık olmaları ve bunların önlenmesi için gecikmeden girişimlerde bulunmaları gerekmektedir. Azerbaycan toprağı olan Karabağ’daki Ermeni işgali sona ermeden, Ermenistan Anayasası’nda da yer alan sözde soykırım iddiasından vazgeçilmeden, Ermenistan ile ilişkiler geliştirilmemelidir.
10.SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI İDDİASI: Batıların uluslararası platformlarda sık sık vurguladıkları, Türklerin “1915 yılında Ermeni soykırımı” yaptığı söylemi, tarihi gerçekleri çarpıtmaktan başka bir şey değildir. Aslında 1915 yılında gerçekleşen olay, Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ermenilerin, Rusların desteğiyle Doğu Anadolu’da “Büyük Ermenistan”ı kurma hayalini gerçekleştirmek için Türklere uyguladığı soykırıma karşı, o zamanki hükümetin uyguladığı bir zorunlu iskân hareketidir.Ermeni sorunu, bugüne kadar Ermenilerin sorunu olmamış; onları kullananların sorunu olmuştur. Öncelikle yapılması gereken, bu iddialar hakkında vatandaşlarımızı ve aydınlarımızı bilgilendirmek, yurt dışında ise gerçekleri yansıtacak etkinliklere hız vermek gerekmektedir. Ayrıca yurt içinde ve dışında yapılan toplantılarda sürekli bu sözde soykırımı saptırarak propaganda malzemesi olarak kullananların faaliyetlerinin önlenmesi için gerekli çalışmalaryapılmalıdır. Hrant Dink olayı da, bu soykırım istismarcıları tarafından sürekli gündemde tutularak gerçek dışı iddialara kanıt olarak kullanılmaktadır. Soykırım yalanını uluslararası alanda seslendiren Ermeni Diasporasına karşı, başta Azerbaycan olmak üzere, bütün Türk Dünyası ile Türk Diasporası oluşturularak ortak hareket edilmelidir. Bu konuda ilk adım olarak, Ermenilerin Azerbaycan’da yaptıkları “Hocalı Soykırımı”, TBMM’nce “soykırım” olarak kabul edilmelidir.
11.AB İLE İLİŞKİLER: AB ile ilişkilerde gerçekçi olunmalı, gereksiz tavizler verilmemeli, Gümrük Birliği Anlaşması yeniden masaya yatırılarak ülkemizin çıkarlarına aykırı hükümler değiştirilmelidir. Bugünkü haliyle AB, ülkemiz için bir dış güvenlik sorunu halini almıştır.
12.EKONOMİK İSTİKRAR: Ülkemizin büyüme stratejisi çelişki ve yanlışlarla doludur. Yıllardır işin kolayına kaçılarak lokomotif sektör olarak kabul edilen inşaat sektörü yerine imalat sanayii desteklenmeli, katma değeri fazla olan mal ve hizmet üretimi ile iç ve dış piyasaların talebi karşılanmalı, dış ticaret açığı önlenmelidir. Uygulanan döviz kuru politikasıyla ithalat primlendirilmemelidir. Düşen ithalat ve ihracatımız sadece dışarıdaki durgunluğa bağlanmamalıdır. Halkın yoksullaşması, gelir ve servet dağılımındaki uçurum ortadadır. Cari açık sıcak para ile karşılanmaktadır. Doğrudan yabancı sermaye girişi azalmıştır. İşsizlik artmaktadır. İflaslar ve icra daireleri binlerce dosya ile dolmuştur. Son yıllarda sürekli kan kaybeden tarım ve hayvancılığımız, çeşitli teşviklerle desteklenerek güçlendirilmelidir. Kırsaldaki nüfusun kentlere göçünü azaltacak ekonomik ve sosyal önlemler alınmalıdır.
ü Halkı yoksullaştıran, geleceğe güveni ve topluma aidiyet şuurunu sarsan yolsuzluklarla mücadele edilmeli, üstleri örtülmemeli, bu gibi konularda ortak bir mutabakat sağlanmalıdır.
ü Türkiye’de bankacılık, üretimi ve yatırımı değil, tüketimi tahrik etmekte, vatandaşı borçlandırmakta, yatırım ve üretime destek olmamaktadır. Bankalar Kanununda bu yönde değişiklikler yapılmalıdır.
ü Birçok sektörde vatandaşın üretimine kotalar konmakta, sınırlandırmalara gidilerek belirli çevrelere ithalat kapıları açılmaktadır. Türkiye birçok madde yanında samanı ve pamuğu bile ithal etmektedir.
ü Geri kalmış yörelerde mahalli ürünlerin üretimi desteklenmeli, insanların kendi kendini istihdam etmeleri sağlanmalı, sorunlu ve sağlıksız iç göçler önlenebilmelidir. Bunun için yatırımlar nüfusun dengeli dağılımını sağlayacak biçimde planlanmalı ve gerçekleştirilmelidir.
ü Doğu Karadeniz’in yaylalarının imara açılması gibi ekolojik dengeyi bozan çevre sorunlarına fırsat verilmemelidir.
13.SAĞLIK SORUNLARI: Kamu sağlığının korunması, devletin ve onu yöneten iktidarların görevidir. Bizde koruyucu hekimlikten çok, tedavi edici hekimlik öndedir. Kanser hastalığı son yıllarda büyük oranda artmıştır. Hastalığa sebep olabilecek gıda, deterjan, deodorant, makyaj malzemeleri, boyalı meyve suları gibi ürünlerin satışı kontrol altına alınmalıdır. Son dönemde GDO’su bozulmuş, AB’de yasak olan ürünlere verilen ithal vizesi kaldırılmalıdır. Türk Gençliği’ne dönük uyuşturucu terörü ile mücadele arttırılmalıdır.
14. KADININ TOPLUM HAYATIMIZDAKİ YERİ: Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yasal düzenlemelerdeki boşluklar giderilmeli ve etkin bir şekilde uygulanması sağlanmalıdır. Kadının sosyal hayattaki etkinliği arttırılmalıdır. Kamu kurum ve kuruluşlarında daha etkin temsilleri sağlanmalıdır.
15. IĞDIR VE BÖLGESEL SORUNLAR:
ü Tarım ve hayvancılıkta devletçe yapılan teşvikler, bölgesel farklılıklara göre ele alınmalıdır.
ü Çarpık kentleşme önlenmeli ve altyapı eksiklikleri giderilmelidir. Birinci sınıf tarım alanları imara açılmamalıdır.
ü Türkiye ile İran arasındaki Boralan Sınır Kapısı açılmalıdır.
ü Ağrı Dağı turizme açılmalıdır.
ü Dış ticarete yönelik üretim desteklenmelidir.
ü Ermenistan’daki Metzamor Nükleer Santralı teknolojik ömrünü tamamlamış olup, büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu nedenle kapatılması için uluslararası hukuktan doğan haklarımız kullanılmalıdır.
ü Ermenilerin Türklere yaptığı soykırımı ifade eden Iğdır’daki anıt ve müzenin Kültür Bakanlığı’nca tescili yapılmalı ve müze zenginleştirilmelidir.
Türkiye’deki ve Türk Dünyası’ndaki Aydınlar Ocakları olarak, ülkemizin şu anda karşı karşıya bulunduğu iç ve dış tehdit ve tehlikeler karşısındaki endişe ve düşüncelerimizi, aziz Türk Milleti’nin dikkatine sunmayı millî bir görev kabul ediyoruz. Amacımız; Türk Milleti’nin millî kimliğini, millî, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını koruyarak, milli şuurla yetişecek nesillere emanet etmektir. Hedefimiz; ülkemizi akıl ve bilimin öncülüğünde çağdaş medeniyet yolunda ilerleyen bir refah toplumu haline getirmektir. Bu amaç ve hedefler uğrunda her türlü imkân ve vasıta ile sonuna kadar mücadele etmek azim ve kararlılığında olduğumuzu bir defa daha ifade ediyor, saygılar sunuyoruz.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !
Aydınlar Ocağı Genel Merkezi, Adana Aydınlar Ocağı, Mimar Sinan Aydınlar Ocağı, Anadolu Aydınlar Ocağı, Avrupa Aydınlar Ocağı, Balıkesir Aydınlar Ocağı, Bursa Aydınlar Ocağı, Iğdır Aydınlar Ocağı, Isparta Aydınlar Ocağı, İnegöl Aydınlar Ocağı, Kartal-Maltepe Aydınlar Ocağı, Kocaeli Aydınlar Ocağı, Malatya Aydınlar Ocağı, Manisa Aydınlar Ocağı, Ondokuz Eylül Aydınlar Ocağı, Ordu Aydınlar Ocağı, Sakarya Aydınlar Ocağı, Sinop Aydınlar Ocağı, Sivas Aydınlar Ocağı, Trabzon Aydınlar Ocağı, Başkent Aydınlar Ocağı, İzmir Dokuz Eylül Aydınlar Ocağı Müteşebbis Heyeti, Azerbaycan Aydınlar Ocağı, Kosova Türk Aydınlar Ocağı.