Onu sadece bir kez görmüş, birkaç cümleden başka bir şey konuşmamıştı. Böylesine bir durumda nasıl olur da bu kadar etkilenebilirdi? Ama onu düşünmeye başladığı anda kalbi yerinden çıkacakmış gibi oluyor, bedeninin her yanını tatlı bir ürperti sarıyordu. Bir bakışta aşk bu muydu? Bugüne değin hiç hissetmediği böylesine derin duyguları başka türlü nasıl tanımlayabilirdi ki?
O gün de aynı duygu yoğunluğunun verdiği karamsarlık ile günü bitirmiş, gecenin karanlığında yok olmayı düşlüyordu! Ama bunu nasıl yapacaktı? Ya yok olup gittikten sonra o davetini kabul ettiğini bildirirse! Böylesine güzel bir haberi duyamamak onun yok olup gitmesinden de beter değil miydi? Geceyi bu düşünceler arasında yarı uyanık, yarı uyur halde geçirdi…
Telefonunun uyandırma sesini işittiğinde güneş henüz doğmaya başlamıştı. Kıbrıs sabahları, her mevsimde güzel olur, insanı başka bir duygu âlemine sürüklerdi. Sara’nın kaldığı odanın penceresi, Türk kesimindeki ağaçlık bir bölgeye bakıyordu. Sabahın erken saatlerinde kuş sesleriyle dolan bu ağaçlık bölge ona günün ilk melodisini dinletir, bu dinleti sonrasında içi vatan hasretiyle dolardı. Bu sabah da aynı şey olmuş, Sara’nın Finlandiya’da yaşadığı evin bahçesine konan kuşlar sanki oradan adaya kadar gelerek ona güzel haberler getirmişlerdi. Adaya geldiği günden beri ailesinden hiç haber alamamıştı. Onları çok merak ediyordu.
Sara’nın hayatında sadece annesi vardı… Babasını trafik kazasında kaybettikten sonra yalnız kalan annesi acaba nasıldı? Ne yapıyor, nasıl geçiniyordu? Bu düşüncelerine cevap ararken; oda telefonu tiz sesiyle uzun, uzun çaldı. İçi bir tuhaf olmuştu! Yoksa beklediği cevap, o telefonun ucunda mıydı? Aceleyle telefonu açtı:
• Aloo buyurun kimsiniz? Diyebildi.
Telefonun ucundaki ses, Serdar Üsteğmene aitti:
• Sara günaydın. Kusura bakma sana hemen dönemedim. Ama Sarp Üsteğmene davetini ilettim. O da ancak dün gece geç saatte bana dönebildi. Komutanıyla görüşmüş, evet onun cephe birliğini temsilen yapmış olduğun davete katılması için izin vermiş. Hadi bakalım gözün aydın nihayet onu görebileceksin.
Telefonun diğer ucunda Sara öylesine bir çığlık atmıştı ki! Serdar Üsteğmen:
• Aman Allah’ım! Sara neler oluyor orada? Diye bağırdı
Sara:
• Yok, yok bir şey yok Serdar! Sevincimden ne yapacağımı şaşırdım da ondan! Yoksa çok iyiyim, harikayım, hatta mükemmelim…
Serdar Üsteğmen:
• Aman, aman iyi ol. Biliyorum ki, Sarp’ın bu davete katılmasını çok istiyorsun. Daha ilk buluşmanızda ona bakışlarından bir şeyler hissettiğin çok belliydi. Ama sana Sarp’la ilgili bir tavsiyem olacak. Sara bir anda o deli coşkusuna son vererek, Serdar Üsteğmenin söyleyeceklerine odaklandı:
• Seni dinliyorum Serdar.
• Bak Sara, Sarp çok yiğit bir delikanlıdır. Onu lise yıllarından beri tanırım. Bugüne değin kalbini hiç kimseye açmadı. İlgi duyduğu, sevdalandığı, âşık olduğu birisinin olduğu ne duyuldu, ne de görüldü. Bu arada onun o sert görüntüsüne, o tok, dik dik konuşmasına aldanma! Aslında o çok yumuşak kalpli, çok romantik, çok duygusal birisidir. Haa, bir de çok iyi şiir yazar. Bu özelliklerini sana anlattığımı duysa, inan bir daha benimle asla konuşmaz. Sen de bahsetme. Ama ona karşı hissettiklerin bir hoşlanma, sadece bir ada masalı ise! Vazgeç onu hiç ama hiç etkileme. Biliyorum ki, o severse bir ömürlük sever, sevdasından da asla vazgeçmez. Bunu iyice bil, sakın ola ki onu bir mevsimlik aşk hikâyesi olarak görme…
Sara, Serdar Üsteğmenin bu söylediklerini sessiz sedasız hiç kesmeden, çıt çıkarmadan dinledi ve sonra:
• Serdar, ben ona ilk görüşte âşık oldum. Onu hiç tanımadan sevdim. O günden beri vurgun yemiş balık gibi dolaşıyorum. Hem onu daha yakından tanıdıktan sonra daha da çok seveceğime eminim. Yeter ki, o da aynı duyguları hissetsin, beni aynı şekilde sevsin. Ne olursa olsun, onu son nefesime kadar sevmeye hazırım. Bu sevda bir mevsimlik değil, bir ömürlüktür. Sen de bunu unutma…