Aydınlar Ocakları 47. Büyük Şurası Malatya Aydınlar Ocağımızın ev sahipliğinde yapılmıştır. 34. Şuramız da 28-30 Mayıs 2010 tarihleri arasında yine Malatya’da yapılmıştı. Şurayı düzenleyen Aydınlar Ocakları ailesini bir araya getiren Malatya Ocağımızı ve Yönetim Kurulunu tekrar tebrik ediyoruz. Teşekkürlerimizi sunuyoruz. Allah’ın rahmetine kavuşmuş hocalarımızı, üyelerimizi ve arkadaşlarımızı saygıyla anıyoruz. 47. Şuramızın Cumhuriyetin 95. Yıldönümüne rastlamış olması ayrı bir anlam taşımakta, mutluluk ve gurur kaynağı olmaktadır. Milli Mücadelenin muzaffer komutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu, son yıllarda değerini daha iyi anladığımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve Milli Mücadeleye kanıyla, canıyla, malıyla katkıda bulunan nice isimsiz kahraman mücahitlerimizi, büyük Türk Milletinin tarih boyu verdiği aziz şehitlerimizi, son yıllarda terörle mücadeledeki şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Cumhuriyetimiz Milli Mücadelenin tacıdır. Milli Mücadele destanımız Türk Milletinin bir bütün olarak çok zor şartlar altında gerçekleştirdiği şerefli bir milli harekettir. O ne bir sınıf, ne bir zümre, ne de bir etnik harekettir. Milli tarihimize bir bütün olarak bakan Ocağımız, toplumda Cumhuriyetçi ve Osmanlıcı şeklindeki bir kamplaştırmayı reddeder ve bunu iyi niyetle bağdaştırmaz. Rejim, yönetimler ve kurumlar değişebilir; ancak devlet ve millet de aynıdır. 1299’da Osmanlıyı kuran irade ne ise; Milli Mücadeleyi yapan 1923’de Cumhuriyeti kuran irade de odur. Cumhuriyet Türk’ün tarihteki son ve ebedi kılınacak yürüyüşüdür. – Ortadoğu bir karmaşa ve belirsizlikler içindedir. Bu bölgede olup bitenler geleceğe şekil verecektir. Suriye’nin çıkarlarıyla Türkiye’nin çıkarları bazı bakımlardan örtüşmektedir. Her iki ülke de toprak bütünlüklerini koruma ihtiyacındadırlar. Ancak Türkiye’nin Afrin, Fırat Kalkanı gibi başarılı ve gerekli harekatlarında birlikte olduğu rejim karşıtı grup, Şam ve Ankara’nın yakınlaşmasını engellemektedir. İlk başlarda uygulanan aşırı Esad karşıtı politika ABD’nin ve İsrail’in işine yaramıştır. ABD’nin Ortadoğu politikası karıştır, çatıştır ve oyala üzerine kuruludur. Membiç’te olup bitenler bunun bir örneğidir. Her ülke kendi milli menfaatlerini korumakla meşguldür. ABD, Suriye topraklarında aslında İran’la savaşmaktadır. Irak’ın kuzeyi ile Suriye’nin kuzeyini birleştirerek bir gecekondu devletçik kurma peşindedir. Türkiye’nin Rusya’dan S-400’leri alması kadar normal bir şey olamaz. ABD, PYD-PKK güçlerini Türk uçaklarından korumak için sınıra elektronik radar sistemi yerleştirmiştir. F-35 uçaklarına ambargo koymuş, malum rahibi bir koz olarak kullanmıştır. -ABD ile Rusya arasında birçok konuda ittifak ve paylaşım ortaklığı vardır. Rusya Dışişleri Bakanı Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelen asıl tehdidin Fırat’ın doğusundan geldiğini söylemekte ise de; ABD’nin bu yeni müttefikine PYD’ye Moskova’da temsilcilik açılmıştır. ABD, Rusya ve Esat kuzeyde PYD’ye önce özerk bölgeye daha sonra Birleşik Kürdistan’a evet diyebilir. Türkiye’nin aşırı Esat düşmanlığı devreden çıkmasına sebep olmuştur. Ana amaç İslam ülkelerini birbirine düşman kılmaktır. ABD ve İsrail bölgede kârlı çıkmıştır. Suudi Arabistan’ın 2018 Ekim’inde PKK-PYD’ye yaptığı 100 milyon dolarlık yardım da unutulamaz. -Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD-PYD ikilisi tarafından masum insanlar öldürülmekte, köyler boşaltılmakta ve etnik temizlik yapılmaktadır. Bu boşaltma çok önemlidir. Mülteciler ileride Türkiye’ye karşı kullanılabilir. Türkiye’nin demografik yapısı değiştirilerek mülteciler içinden PKK benzeri örgütlenmeler doğabilir. Bölge üzerindeki tarihi, toplumsal ve ekonomik sorumluluklarımıza rağmen, izlenen iskân siyaseti neticesinde ileride ciddi problemlerle karşılaşılması muhtemeldir. Kurucu Türk unsuru zayıflatılarak milli kimlik tahribata uğratılmak suretiyle, Mültecilere vatandaşlık vererek toplumumuzun temeline dinamit döşenmektedir. Sorun, Suriyeli düşmanlığı veya dostluğu değildir. Türkiye’nin Türk vatanı olarak kalıp kalmamasıdır. Türkiye’de ekonomik krizi tetikleyen bir konu da mültecilere yapılan harcamalardır. Bilgi Üniversitesi tarafından yapılan “Kutuplaşan Türkiye” adlı araştırmada “Mülteciler Dönsünler” diyenlerin oranı %85’i aşmaktadır. ABD ve Rusya’nın Ortadoğu’daki politikalarının en önemli sonucu, bölge ülkelerine kendi jeopolitik gerçeklerini ve milli menfaatlerini fark ettirmek olmuştur. Ona buna taşeronluk veya dayanma yerine, milli ve yerli politikaları geliştirmek ön plana çıkmıştır. -Suriye iç savaşının en büyük mağduru, Suriye Türkmen’leridir. İdlib başta olmak üzere, Suriye’de çatışmaların yeniden şiddetlenmesi halinde, doğabilecek göç dalgası ve insani dram en çok bölgede yaşayan Türkleri etkileyecektir. Suriye’nin geleceğinde Türkmenlerin güçlü bir siyasi unsur haline getirilmesi Türkiye’nin hayati çıkarlarının başında gelmektedir. -Çin Uluslararası düzeyde insan hakları ihlallerinin en çok yaşandığı ülkelerden biridir. Doğu Türkistan’da yaşanan insanlık dramına son verilmelidir. Yüz binlerce Uygur Türk’ü esir kamplarında tutsak durumdadır. Doğu Türkistan adeta bir açık hava hapishanesi halini almıştır. Türkiye diplomatik ve hukuki gücünü kullanmalı, Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlallerine karşı uluslararası toplumun harekete geçirilmesi hususunda üzerine düşen insani sorumluluğu yerine getirmelidir. -Tarihi bir Türk yurdu olan Kırım Rusya’nın hukuksuz işgaline maruz kalmıştır. Kırım yarımadasında Tatarlara yönelik şiddet eylemleri, gözaltılar ve kaçırma eylemlerine sıkça rastlanmaktadır. Kırım Tatar Milli Meclisi Onursal başkanı Mustafa AbdülcemilKırımoğlu başta olmak üzere, Kırım Milli hareketinin önder ve ileri gelenleri Kırım’a sokulmamaktadır. KırımTürklerine yönelik ağır baskı ve yıldırma faaliyetleri çok ciddi boyutlara ulaşmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, Kırım’da yaşanan işgale ve insan hakları ihlallerine karşı Rusya ile arasında gelişen ticari ve diplomatik ilişkileri de ön planda tutarak güçlü adımlar atmalıdır. -Azerbaycan topraklarının yüzde yirmiye yakını Ermenistan tarafından işgal edilmiştir. Milletler arası hukuk normlarına aykırı olarak Yukarı Karabağ’da süren Ermenistan işgali son bulmalıdır. Kardeş ülke Azerbaycan’la ortak bir Kafkasya politikası geliştirilerek, Karabağ sorununun çözümünde siyasi, hukuki ve askeri iş birliği seçenekleri yoluyla Ermenistan üzerinde ki baskı artırılmalıdır. -Balkanlarda yaşayan Türk varlığının en önemli sorunlarının başında kültürel haklar meselesi gelmektedir. Türkçe’nin okullarda resmi olarak öğretilmesi, kültürel kimliğin geliştirilmesi önündeki engellerin kaldırılabilmesi için Türkiye aktif bir rol üstlenmelidir. -Yunanistan, Batı Trakya Türk toplumunun kültürel ve dini imtiyazlarını elinden alan hukuk dışı adımlar atmaktadır. Türk toplumunun müftü seçme hakkı başta olmak üzere, kültürel ve siyasi temsiline yönelik engellerin kaldırılması için etkili bir siyasi tavrın Türkiye tarafından alınması elzemdir. -Milletlerarası sözleşmelerde Türkiye’nin siyasi egemenliği altındaki Ege adalarında vuku bulmuş Yunan işgaline karşı hukukun ülkemize verdiği yetkiler derhal devreye sokulmalıdır. – Türkiye’de eğitimde başarı ve istikrarı yakalamanın yolu, TC Anayasası’nın temel ilkelerine, TC’ni kuran iradenin yönünde vatandaş yetiştirmenin ortak kabul görebilmesine bağlıdır. Bazı iktidarlar, küçük büyük bazı cemaatler ve ideolojik oluşumlar kendi politik yurttaşını yetiştirmeye koyulduğu bir ülkede, sağlıklı bir eğitim olamaz. Sadece okur-yazar ve niteliği fazla geliştirilemeyen insangücü öne çıkabilir. Devletten adeta intikam almaya soyunmuş, milli devleti, Cumhuriyeti yıkmada eğitimi araç olarak görmek, eğitimin asıl sorunudur. FETÖ terör örgütü bunun somut örneğidir. – Günümüzde siyasetten ticarete değerlerin rantına düşkün olan bir anlayış hakim olmaktadır. Gruplara ve kişilere ait amaçlara feda edilen ve bu amaçlara giden yollarda birer araç olarak kullanılan ortak hayatımızın mahsulü değerler, sembolik kalmakta ve içleri boşalmaktadır. Milli değerlerimizin mana derinliği değil, şekil yönü öne çıkarılmaktadır. -Engelli vatandaşlarımızın toplum hayatı içerisinde yaşamlarını kolaylaştıracak her türlü çalışmaların ivedilikle hayata geçirilmesi elzemdir. Engelliler konusunda bütün bireylerin bilinçlendirilmesi ve engellilere yönelik toplumsal bir hassasiyetin oluşturulması gerekmektedir. -Türkiye; geçit, köprü, yerli otomobil ve kanallarla uğraşmaktan çok ekonominin ve eğitimin hayati sorunları üzerine odaklanmalıdır. Ülkemiz büyük dış ticaret açığı verdiği başta Çin ve Rusya gibi ülkelerden ithal ettiği bir kısmı gereksiz olan malları ithal ikame anlayışıyla üretebilmeli, bu alanda yatırımlar desteklenmelidir. Dış ticaret ve cari açığı kapama yolları aranmalıdır. Bunun yolu “üretme ithal et” anlayışından ve mevcut fabrikaları özelleştirme adı altında birilerine değerinin çok altında satmaktan geçmez. Özelleştirilen fabrikaların önemli bir bölümü eğer satın alanlarca üretim dışına çıkarılıyorsa burada bir çarpıklık var demektir. ABD dahil artık korumacı politikalar uygulayan ülkeler bize örnek olmalıdır. Borcu borçla kapama kısır döngüsü nereye kadar gidecektir. Cari açığı da sıcak para girişleriyle döndürme çıkar yol değildir. Türkiye dış borç ve cari açığı yatırım malı ithalatında verebilseydi; yatırımların kendi kendini karşılamaları bir bakıma mümkün olabilirdi. Türkiye borç bağımlılığı içine, bir kısır döngüye girmiştir. -Ülkemizde dikkat çeken bir durum cari açığın arttığı ve enflasyonun yükseldiği dönemlerde büyüme de artmaktadır. Dış borcun rekor düzeye ulaştığı günümüzde, ülkeye kaynak girişi büyümeyi yükseltmektedir. Dış borca, tüketime ve ithalata dayalı büyüme sağlıklı değildir. Dış borcu azaltarak sağlanacak büyüme önemlidir. -Türkiye, dış ticaret dengesini kurabilmek için son yıllardaki tarım ürünleri ithalatından vazgeçmeli, yerli üretici ve çiftçi korunmalıdır. Tohum, mazot gibi temel girdilerde kolaylıklar sağlanmalıdır. Aksi bir tutum yabancı ülke çiftçilerini zenginleştirmek olur. Tarımda üretime kota engelleri konmamalıdır. Üretmeme ödüllendirilmemelidir. Tarım alanlarının boşalması, çiftçinin üretimden vazgeçmesi ülkemiz için iyi bir gelecek vadetmemektedir. Nitekim,ekili tarım arazileri hızla azalmaktadır. Türk çiftçisinin sorunu hazine arazilerinin kendilerine kiralanamaması değil, temel girdilerce yeterince desteklenmemesidir. Aynı durum hayvancılık alanında da düşünülebilir. Yabancı sermaye girişleri yanlış siyasi söylemlerle caydırılmamalıdır. – Ülkemizin ABD ve küresel soygun sistemi güdümündeki şirketlerce denetlenmesi yanlışına düşülmemeli, IMF müfettişi Kemal Derviş örnekleri artık yaşanmamalıdır. – Birçok kamu kuruluşunu bünyesinde barındıran varlık fonu, Sayıştay ve TBMM denetimi altına alınmalıdır. Şeffaflık esas olmalıdır. – Dövizle yapılan sözleşmelerin Türk Lirası’na çevrilmesi çok olumlu bir tedbirdir. Buna başta kamu kuruluşları dahil herkes uyabilmelidir. – Milli Savunma Sanayi’ndeki başarılı yerli ve milli üretim sürdürülmeli, dışa bağımlılık her alanda azaltılmalı, ithalat yoluyla döviz kaybı önlenmelidir. – AB-Türkiye ilişkilerinde canlanan yeni bir döneme girmekteyiz. AB-Türkiye ilişkilerinde gümrük birliği anlaşması masaya yatırılmalı, bu ilişkilerin ülke yararına gelişebilmesi yolunda ABD ve Rusya ile ilişkiler geliştirilmeli, karşılıklı olarak normalleştirilmelidir. – Bankalar Kanunu gözden geçirilmeli, krize rağmen bankaların yüksek kârları, kamu yararına ve yatırıma dönük kullandırılmalıdır. İstihdam arttırılmalıdır. Tasarruflara verilen banka faizi ile bankaların verdiği kredi faizleri arasındaki uçurum kapatılmalıdır. Bankalar bir bakıma borcunu ödeyemeyenlerin mal, mülk, işyeri, araç ve gereçlerine el koyan kuruluşlar haline gelmiştir. -İşsizlik fonu işsizler haricinde hiçbir maksat için kullanılamaz hükmüne rağmen, kamu bankalarının işsizlik fonundan fonlandırıldıkları iddiaları yaygındır. Bu fonlandırmanın belirli ve imtiyazlı medya grupları tarafından TV ve gazete alımında kullanılmaları uygun değildir. – DASK olarak bilinen doğal afet sigortaları kurumundaki fonun kullanılması konusunda da şeffaflığa ihtiyaç vardır. – Trakya ve Anadolu’nun belirli bölgelerinde toprakların, yerli ve yabancı fırsatçıların tuzağına düşen köylümüzün elinden çıktığını göstermektedir. Bu durumda çiftçilerimizin çok zor duruma düştükleri ve arazilerini kaybettikleri görülmektedir. Bu süreçte yabancılaştırılan bazı bankaların araç olarak kullanıldığı dikkat çekmektedir. Bu konuya bazı şura sonuç bildirilerimizde de değinmiş bulunuyoruz. – İstanbul’da yapımı bitmekte olan 3. Havalimanı’na Atatürk ismi verilmelidir. Atatürk isminin yeni yapılan statlardan silinmesi çok düşündürücü ve üzücüdür. – İnsanlarımız; giyim ve kuşamlarına göre değil, liyakat, ihtisas ve ehliyetlerine göre kamuda göreve getirilmeli, kamplaştırıcı çirkin uygulamalar ve ayrımcı tutum terk edilmelidir. – Andımızın tekrar okullarımızda okutulması kadar tabii bir şey olamaz. Andımız milli birlik ve beraberliğimizin, dayanışmanın genç beyinlere bir önemli mesajıdır. Türk milletine mensubiyet şuurunu yayan andımız çocuklarımıza öğretilmeli ve başarı yolunda onlar şartlandırılmalıdır. Kaldı ki birçok ülkede And’lar bulunmaktadır. ABD ve Japonya bunun sadece 2 örneğidir. ABD’de Amerika’ya sadakat ve bağlılık ahidi (yemini) 1892 yılından beri okullarda okutulmaktadır. Ayrıca Danıştay’ın Andımız ile ilgili vermiş olduğu kararda; kamuoyunda oluşturulan algının tam tersi olarak Danıştay, idarenin yerine kendisini koymamış, hukukilik denetimi yapmak suretiyle andımızın okutulmasıyla ilgili karar vermiştir. – MİT’in yurt içi ve yurt dışı operasyonları gerektiğinde sürdürülmeli, ülke çıkarları ve caydırıcı olma özelliğimiz korunmalı, ihanet ve tehlike kaynağında kurutulmalıdır. Ancak operasyonlar basın tarafından yabancı istihbaratlara açık hale de getirilmemelidir. – Dün Osmanlıyı durdurma, engelleme ve çökertme amacı güden İngiliz güdümlü Vehhabi hareketi ne ise; günümüzde de İslam’ı tanınmaz hale getirici, tefrika yaratıcı ve yozlaştırıcı dış güdümlü FETO Terör Örgütü de odur. İslam’ın diğer dinlerden takviyeye ihtiyacı yoktur. Bu konuda başta Genel Merkez olarak yaptığımız uyarılar ve çalışmalar maalesef sonuçsuz kalmıştır. – Yeni bir FETO tipi örgütlenme ile ileride karşılaşmamak için; emekli asker kökenli veya sivil danışmanlara dikkat edilmeli, yeni yanılma ve aldatılmalara fırsat verilmemelidir. Bu çevrelerin yeni yapılandırılan askeri okul ve üniversitelere öğrenci alımına dikkat edilmelidir. – Patenti bize ait olmayan birtakım garip açılımlar, barış süreçleri ve sözde demokratikleşme adı altında terörle müzakere çabaları sonuç vermemiştir. Demokrasi ancak milletleşme süreciyle yürütülebilir. Bunda da etnik taassup değil; Türk milletine aidiyet şuuru esas olmalıdır. Tam tersine; etniklik, aşırı hemşerilik, mezhep ve bölgesel arayışlar milletleşmeyi dinamitlemektedir. Milletleşmenin ve ortak mutabakatların kabul görmediği bir yapı etnik ve mezhep çatıştırmalarına açık hale gelebilir; yabancı müdahaleler ile bunlar kullanılabilir. Eğer Suriye ve Irak’ta mezhep ve etnik çatıştırmaları bu kadar kolay körüklenebiliyor ise; bunun sebebi Suriye ve Irak’ın milletleşememesidir. Irak’ın ABD tarafından işgalinde işgalci ABD askerlerinin Bağdat caddelerinde ellerini öpen Iraklıları unutmuş değiliz. – Tarihe bir bütün olarak bakılmalıdır. Kamplaşmaları körükleyen Osmanlı ve Cumhuriyet karşıtlığı, milli zaferlerimizde ve bayramlarda ayrımcılık yapılması kabul edilemez. Onlar bütünüyle iftihar edilecek şerefli ve gurur duyulan bir geçmiştir. – Yer ve yöre adlarına son yıllarda sözde özgün isimlerini verme hastalığı nüksetmiştir. Eski bir cumhurbaşkanının Güroymak yerine Norşin isminde ısrar etmesi düşündürücü olmuştur. Bu örnekler çoğaltılabilir. Yakın geçmişte İngiliz güdümündeki Milli Mücadele karşıtlarının, malum eşkıyanın heykellerinin oraya buraya dikilmiş olması üzüntü kaynağı olmuştur. Bu yanlış,Milli Mücadele şehitlerine de hakarettir. Bu eşkıya anıtları kaldırılmalı, terör adeta dolaylı olarak teşvik edilmemelidir. – Kıbrıs’ta KKTC’yi yok farz eden gaflet örnekleri, aslında Türkiye Cumhuriyeti’ni de yok farz etmektir. Türkiye’nin anlaşmalara dayalı güvenliği ve garantilerinden vazgeçilemez ve bunlar tartıştırılamaz. Sözde hayali AB üyeliği önünde KKTC’nin pazarlık konusu yapılması da çok çirkin olmuştur. Maalesef Annan Planı’na Rumlara rağmen, evet diyenler ve bu yolda KKTC’ye propagandaya gidenler, milli davanın ne olduğunun farkında olmayanlardır. Kıbrıs’ın iki ayrı devlet ve millet arasında iki bölgeli bir gerçeği vardır. Rumların yıllardır anlaşmaları bozucu ve yok sayıcı, Türkleri azınlık yapma gayretlerine rağmen, tekrar müzakere masasına oturmak tavizci bir yaklaşımdır. Tekrar yeni toplu mezarlara sebep olabilecek yanlışlar yapılmamalıdır. Adanın batısında Rum, Yunan, Mısır ortaklığının doğal kaynak aramasında Türkiye’nin ve KKTC’nin egemenlik hakları korunmalıdır. – Gençlerimize karşı kurulan uyuşturucu terörü ve tuzağı üzerinde şuralarımızda sürekli duruyor ve bunu madde haline getiriyoruz. Transit geçiş yapılan ülke konumundan kullanıcı ülke haline geldik. İrade, karakter ve sosyal bağların zayıflığı, özgüven, ilgi ve sevgi eksikliği genci çevresinden koparıp içe dönük hale getirmekte ve yalnızlaştırmaktadır. Gençlerimizi bu tuzağa düşmekten korurken sosyal medyadaki müzikli uyuşturucu tanıtımlarına da dikkat etmeliyiz. Uyuşturucu tuzağı ile genç nesiller bozulmak ve Türkiye’den intikam alınmak istenmektedir. Başarılı hizmetler veren yetkilileri tebrik ediyoruz. Aileleri de daha uyanık olmaya davet ediyoruz. – Son zamanlarda toplumun önemli yarası haline gelen çocuk istismarı ve sömürüsü giderek artmaktadır. Bu konuda ailelere çok büyük görev düşmektedir. Bilhassa çocuklar ile ebeveynlerin arasındaki ilişki ve iletişimin korunması ve geliştirilmesi önemlidir. Aynı zamanda ilgili devlet teşekküllerinin derhal önleyici tedbirler almak suretiyle, bu konunun üstünün kapatılması önlenmelidir. Aynı hassasiyetin kadına şiddet konusunda da gösterilmesi gerekmektedir. – Bu çerçevede ülke çocuk profiline ilişkin bütün verilerin bilimsel yöntemlerle toplandığı ve bu veriler üzerinden yapılacak değerlendirmelerle, öncelikli olarak çocuk sorunlarının tespiti ve sorunların çözümüyle alakalı bir Enstitü’nün kurulması Türkiye’nin geleceğinin tayininde önemli bir rol üstlenecektir. – Hukuk devleti korunmalı, hukukî davalar siyasî dava haline sokulup karmaşa ve kriz yaratılmamalıdır. Dava kararlarını siyasiler değil; hâkimler vermelidir. Fikir, düşünce ve basın hürriyeti korunmalı, baskı altına alınmamalı, ülkemiz itibar kaybetmemelidir. – Kanserojen gıda ve tüketim maddelerinin satışı engellenmeli, toplum sağlığı korunmalıdır. Sağlıktave diğer çalışanlara yönelen şiddet önlenmelidir. Yabancı hekim istihdamının önüne geçilmelidir. – Siyasette kullanılan hiddet, şiddet ve kavga çağrışımı yapan uygun olmayan üslup, topluma yansımakta, huzuru bozmakta, geleceğe olan ümit ve güveni sarsarak Türk Milleti’ne olan aidiyet şuurunu zedelemektedir. Ne mutlu Türküm diyene…Aydınlar Ocağı Genel Merkezi, Adana Aydınlar Ocağı, Adıyaman Mimar Sinan Aydınlar Ocağı, Anadolu Aydınlar Ocağı, Ankara Aydınlar Ocağı, Antalya Aydınlar Ocağı, Balıkesir Aydınlar Ocağı, Bursa Aydınlar Ocağı, Çanakkale Aydınlar Ocağı, Çorum Aydınlar Ocağı, Giresun Ondokuz Eylül Aydınlar Ocağı, Harput Aydınlar Ocağı, Iğdır Aydınlar Ocağı, Isparta Aydınlar Ocağı, İnegöl Aydınlar Ocağı, Kocaeli Aydınlar Ocağı, Malatya Aydınlar Ocağı, Manisa Aydınlar Ocağı, Ordu Aydınlar Ocağı, Sakarya Aydınlar Ocağı, Samsun Aydınlar Ocağı, Sinop Aydınlar Ocağı, Sivas Aydınlar Ocağı, Tekirdağ Aydınlar Ocağı, Azerbaycan Aydınlar Ocağı, Kosova Türk Aydınlar Ocağı |
B&GCopyright © Tüm hakları saklıdır ve tüm içeriğine ait lisans ve telif hakları T.C yasalarınca korunmaktadır. İzinsiz kopylanması veya yayınlanması yasaktır.Web s |
Please follow and like us: