Selim YILDIZ,
Hans Kohn’a göre milliyetçilik telkin ve ilham anlarında din misali, Allah’ın ve insanların hâli vicdanisine müteallik olmayıp, daha ziyade birleşmiş ve başlıca vatanları ve ocakları etrafında toplanmış olan bütün bir milletin vecdi ve hâli vicdanisidir. Bu vect ve vicdan hâl, Türk birliği düşüncesinin kurucularından Ziya Gökalp’ta Turan etrafında kendini göstermiştir. Ona göre Turan, hayalî bir baba ocağı değildir. Asya’da yaşayan Türk kabileleri Türk bayrağı altında toplanacaklardır… Fertlerin bütün zeval bulan hayatlarından müteşekkil olup ebedî bir hayat vücuda getiren tek bir kütle olarak birleşeceklerdir. Türklerin imparatorluk dışındaki dindaşlarına karşı gittikçe artan ilgileri ve bu ilginin gittikçe bir Panislamizm ve Pantürkizm doğru gelişmesi, Pangermenizm ve Panislavizm etkilerine bağlanabilir. Ancak Türklerin bu hareketlerinin temelindeki dil ve ırk birliğinin şuuruna varmaları ve böylelikle kendileri açısından tam bir karşılaştırma yapmış olmaları da mümkündür. Bu milliyetçi teorileri uygulamak ve düşünmek için Türk milliyetçiliğinin yeniden canlandırılması ve Türk kelimesine itibar kazandırılması gerekiyordu. Avrupalılar, bu noktada Türk aydınlarının esin kaynağı olmuştur. Osmanlı aydınları, Türk ve Türkiye terimlerini kullanmazlarken Avrupalılar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsederken insanlara Türk ve ülkeye Türkiye kelimelerini kullanmaya çok önceden başlamışlardı. Dış dünya ile gelişen ilişkiler sonucunda Türk devlet adamları ve aydınları bu terimlere alıştılar. Türk milliyetçiliğine etki eden bir başka nokta da Avrupalıların Türkler hakkındaki yazdıkları eserler olmuştu. Bu yazı ve eserlerde Türkler hakkında belli başlı iki ayrı görüş yansıtıyordu; Bunlardan birincisi, daha önceki yüzyıllarda, Türklerin Avrupa’daki fetihleri döneminde Avrupa’da bazı kesimlerde oluşturulan “Barbarlar” kelimesi ile şekillenmişti. Bu da Türk aydınlarının tarihe dönerek araştırma yapmasına yol açmıştı. Diğer yönden Avrupalı aydınların bir kısmı Türklere değişik gözle bakıyorlar, onların faziletlerinin, kültürlerinin yüceliğini bu hatıralar ve gözlemler Türk okuyucularının millî gururunu okşuyordu. Bunlara benzer başka kaynaklar da yazılmaya başlamış ve ilmî olarak kabul edilen eserler çoğalmaya başlamıştır. Bunlar arasında Fransız Joseph de Guignes, Lumley, Arminius Vambery, Musatafa Celaleddin Paşa, Radloff, Gibb, Orhun Yazıtları’nı çözen V. Thomsen ve Leon Cahun gibi isimler ön sıralardadır. Cahun 1896’da Paris’te yayımladığı “Asya Tarihine Giriş” kitabında Avrupa’ya medeniyeti getiren unsurun Turan kavimleri olduğunu ileri sürmüştür. Türk milleti, Göktürk çağlarında üstte mavi gök, altta yağız yer arasında bir vatanda var olduğunu söylemiş, gün doğusundan gün batısına kadar olan bir coğrafyayı mücadele sahası olarak belirlemişti. Türk milleti, bu dönemde temeli tevhit olan Gök Tanrı ve dini adına bir insanlık hayali ile millî ülküsünü tesise çalışmıştır. Ok atabilen ve yay gerebilen kavimleri hâkimiyet altına alıp Hun yapan Türk-Hun İmparatoru Mete Han’da millet şuurunun bozkır coğrafyasında ilk teşekkülüne tarih şahit olmuştu, akabinde ise Göktürk kağanı Bilge Kağan’ın “Aç milleti tok, giyimsiz milleti giyimli yapma”, “Millet için gece uyumama gündüz oturmama” esasına dayanan, hâkimiyet altına alınan boylar için “Türk Sir Budun” diye seslenişi ile millet ve milliyet duygusunun en derin ifadeleri taşlara kazınmıştır. Bu ifadeler “Türk beylerini besleyin, onlara zahmet çektirmeyin.” ifadeleri ile de milliyetçilik olarak en üst seviyede yerini almıştır.Türklük, Selçuklu medeniyeti çağından ve Osmanlı hanedanı evresinden sonra ikinci Ergenekon’u yaşamış 19 Mayıs 639 Kürşat İsyanı gibi 19 Mayıs 1919’da başlattığı hareketle Bozkurt Mustafa Kemal’in öncülüğünde kurtuluşu gerçekleştirmiştir. İşte bu kurtuluş süreciyle birlikte II. Meşrutiyet Dönemi’nde kendini hissettirmeye başlamış olan Türk milliyetçiliği de tarih ve kültür temelinde inşa aşamasına girmiştir. Türklük, Kırım’dan, Kazan’dan, Azerbaycan’dan, Türkistan’dan, Balkanlar’dan gelen fikir ve mücadele adamları ile Anadolu’da süzülmüş ve mayalanmıştır. Bu mayada ciddi katkısı olan Türk dünyasının öncüleri ve haklarında kısa bilgiler aşağıda verilmiştir.
“Türkiz” dergisi yazarlarından Recai Coşkun’un Türk dünyası açısından ortaya koyduğu üç önemli tespit bulunmaktadır. Bunlardan biri Türk ve İslam dünyasının yüzyıllar boyunca süregelen kültürel donukluktan kurtulmak için 1800’lü yılların son çeyreğinde emareleri görülen ancak 1900’lerin başlarında iyice belirginleşip kurumsallaşan bir “aydınlanma atılımı” ile tarihten silinme tehdidini bertaraf etmeye çalıştığıdır. İkincisi, Türk dünyasının değişik köşelerinde birbirine yakın zamanda başlayan bu aydınlanma hareketinin Macaristan’dan İstanbul, Tiflis, Bakü, Taşkent’e ve Doğu Türkistan’a; Kahire’den Bahçesaray ve Kazan’a yayıldığı ama her hareketin birbirini yakından takip etmeye çalıştığı ve beslediğidir. Üçüncü tespit ise hem Osmanlının çöküşü hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna uzanan istiklal mücadelesine Türk dünyasının her yanından yakın ilgi duyulduğu ve maddi-manevi desteğin esirgenmediğidir. Azerbaycan millî marşının ve Çırpınırdın Karadeniz’in yazarı olan ve Balkan Savaşları’nda Türklere destek olmak için Edirne’ye gelen Ahmet Cevat, Millî Mücadele Dönemi’nde “Uzaktaki Kardeşime” şiirini yazan Mağcan Cumabay, “Tufan: Anadolu Kışlağının Muzaffer Ordularına” şiirini yazan Süleymanoğlu Çolpan bu sürekliliğin yapıtaşları olmuştur. Şahabeddin Mercani: Tatar Türklerinden olan Şahabeddin Mercani, 1818-1889 yılları arasında yaşamıştır. 1876’da Rus devletinin yardımı ile açılan ve Türkolog Radloff’un idaresindeki bir öğretmen okulunda 1884’e kadar tarih ve din dersleri okutmuştur. Kazan Arkeoloji Cemiyetine üye seçilen Mercani, 1877’de Kazan’da toplanan IV. Arkeoloji Kongresine iştirak etmiştir. Bulgar ve Kazan tarihine dair ilk ilmî araştırma olan eseri kongreden sonra Radloff tarafından bastırılmıştır. İdil-Ural Türklerinin tarihini incelemekle Mercani millî şuurun gelişmesinde rol oynamış ayrıca Türk dünyasında Usul-i Cedid olarak gelişme gösteren hareketin de önemli bir halkasını oluşturmuş, İsmail Gaspıralı’ya da ilham kaynağı olmuştur. Eserlerinde Çağatay Türkçesi ve Kazan lehçesinden pek çok kelimeyi bir arada kullanmıştır.Abdullah Battal Taymas (1883-1969): Tatar Türklerinden olan Taymas, İstanbul’daki Resulzade Neşriyatına Kazanlı imzasıyla yazılar yazmış ve Kazan Türkleri adlı eserini hazırlamıştır. 1925 yılında Fuat Köprülü’nün isteği üzerine Türkiyat Enstitüsünde çalışmalar yapmıştır. 1932’de I. Türk Dil Kurultayına katılmış, Çağatay ve Osmanlı Türkçeleri üzerine bir bildiri sunmuştur. Yeni kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyetine üye olarak destek ve emek vermiştir. Ziya Gökalp’ın yolundan gitmiş olan Taymas, Türklük fikrini geliştirmeyi ve yaymayı kutsal ödev olarak görmüştür.Türk kültürüne “Kutadgu Bilig ve Atabetul Hakayık” gibi çalışmalarıyla katkı sunmuş olan Reşit Rahmeti Arat da Tatar Türklerinden ve ilmiye sınıfına mensup bir ailedendi. 1940-1949 yılları arasında Türkiyat Enstitüsü müdürlüğü yapmış, ayrıca “Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü”nün kurucuları arasında yer almıştır.Şeyh Süleyman Efendi: 1821-1890 yılları arasında yaşamış olan Şeyh Süleyman Efendi Özbek Türklerindendir. 1847’de Buhara Emiri’nin Dersaadet Kapı Kethüdası olarak İstanbul’a gelen Süleyman Efendi’nin dil, folklor ve siyaset alanlarıyla meşgul olduğu görülür. Bu çalışmaların şüphesiz en önemlisi 1882’de yazdığı Lügat-ı Çağatay ve Türkî-i Osmanî adlı sözlüğüdür. Bu sözlüğü ikinci vatanı olarak gördüğü Osmanlı Türklerine hediye olarak yazdığını belirtmektedir. Şeyh Süleyman Efendi, Türkistan’dan hacca gitmek üzere yola çıkan Türkistanlıların İstanbul’da konaklamaları için kurulmuş olan Özbekler Tekkesi şeyhliği de yapmıştır. Osmanlı hanedanının sefiri sıfatıyla Hindistan, Afganistan ve Türkistan’a görevli olarak gönderilen Şeyh Süleyman Efendi, Gazi Osman Paşa’nın kılıcını getiren Macarlara teşekkür için Macaristan’a gönderilen heyetin de başkanıydı.Yine Ankara’da “Türkistanlılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği”ni kurmuş ve başkanlığını yapmış olan İbrahim Yarkın, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesinde Sosyoloji Bölümü hocalığı yapan Tahir Çağatay, Türk milliyetçiliğine katkı sağlamış Özbek Türklerindendi.
İsmail Gaspıralı: 1851’de Kırım’ın Bahçesaray kasabasında dünyaya gelen Gaspıralı, Türk ve Müslümanların uyanmasına hizmet etmiş değerli bir gazeteci, eğitimci, yazar ve düşünürdür. Moskova Askeri Lisesinde Panslavizm ve Türk düşmanlığı Gaspıralı’nın Türk milletine daha derinden bağlanmasına yol açmıştır. Mengli Giray Han’ın yaptırdığı Zincirli Medresede Rusça öğretmenliği, Yalta yakınlarında Dereköy Türk okulunda öğretmenlik yapmış, kısa bir süre de Paris’te bulunmuştur. 1879’da seçildiği Bahçesaray Belediye Başkanlığını dört yıl yürütmüş, Genç Molla adıyla Tavrida gazetesinde Rusya Müslümanlarına yönelik seri yazılar yazmıştır. Kendi buluşu olan Usul-i Cedit alfabesini Rusya Türkleri arasında kabul ettirmiştir. İstanbul ağzına çok yakın olan edebî bir dili ilkokullara sokmaya çalışmış ve bu yolda 1883 yılında Bahçesaray’da “Dilde, fikirde, işte birlik” ilkesiyle Tercüman gazetesini yayımlamıştır. Bu ilke bugün de şüphesiz Türk milliyetçiliğinin özü ve özetidir. Bütün hayatını Türklüğün cehalet ve taassuptan kurtulup yükselmesi uğrunda harcayan Gaspıralı’ya göre “…Şark meselesi, maarif meselesi demektir.” Ona göre, Türk dünyasındaki birliğin en önemli unsuru dil birliğidir. 1909’da İstanbul’da genç ve aydınların coşkulu gösterisiyle karşılanmış olan Gaspıralı 1914’te vefat etmiştir.Gaspıralı, 27 Haziran 1914’te İkdam gazetesindeki bir yazısında “… Şimdi Türkiye’nin toptan, tüfekten, baruttan ve intikam almaya kalkışmaktan ziyade, ziraatı ileri götürmeye, iktisadi teşebbüslere girmeye, maarifi hakkıyla tamim ve tesise, vesait-i nakliyeyi ikmale ve pek ziyade zengin olmaya ihtiyacı var. Bunun için Türkiye ziraat memleketi olmalıdır.” demekte kendi tabiriyle Türkiye’nin hakiki terakkiye gidecek yolunu çizmektedir.Cafer Seydahmet Kırımer (1889-1960): Kırım istiklal davasının lideri ve ünlü fikir adamı ve yazar olan Kırımer, ortaokul ve liseyi İstanbul’da tamamlamış, milliyetçi Türk yazar, şair ve hürriyet mücahitlerinin etkisinde kalmıştır. 1908’den sonra Abdurrahim Sukuti ve diğer arkadaşlarıyla İstanbul’da “Kırım Talebe Cemiyeti”ni kurmuş, Kırım Türkünün kültürel ve sosyal seviyesini yükseltmeyi amaç edinmiştir. İstanbul’da Şahap Nezihi takma adıyla “Yirminci Asırda Tatar Millet-i Mazlumesi” adlı ilk eserini yayımlamıştır. Kırım’ın bağımsızlığı için 7 Nisan 1917’de Akmestcit’te teşkilat oluşturulmuş olan ve Enver ve Talat Paşalarla da iletişim hâlinde olan Kırımer’e göre, “Tarihten ders alan Türk gencinin mefkûresi ancak milliyet olabilir. Milliyetçiyiz demek Türkçüyüz demektir. Çünkü Türk tarihi yalnız bir ülkenin malı değildir. Türk kültürü yalnız bir kabileye münhasır değildir. Türk dili yalnız bir yurtta konuşulmaz. Bütün Türkler bir millettir.”