Prof. Dr. Mehmet Metin KARAÖRS,
Benim kuşağım, Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü kuşağı, yani 1944’de Türkçülük-Turancılık’ın suç olmadığının Türk adaletince karar verildiği yıllarda doğanlar, bugün doğumunun 100. yılında yeniden anmakta olduğumuz Alparslan Türkeş’i çok iyi tanır. Bu kuşağın bir bölümü, 1968 yılında üniversitelerinin son sınıfında veya mezun olmak üzere olduğu yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden anarşinin ve komünizmin içine sürükleyen olayların geliştiği sırada aramakta olduğu karizmatik lideri Alparslan Türkeş olarak görmüş ve sonradan Türk kamuoyunun Türkün Son Başbuğu diye isimlendirdiği bu liderin etrafında toplanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü üzerine Atatürk tarafından atılan temellerine sahip çıkmış ve bugün de sahip çıkmaya devam etmektedir. 1968 kuşağı diye ülkemizde adlandırılan nesil, sosyalist, solcu ve komünist grup ve ülkücü-milliyetçi (Türkçü) grup olarak iki cephe halindedir. Türkün Son Başbuğu’nu 27 Mayıs 1960 ihtilali sabahı radyodan ihtilal beyannamesini okurken sesinden tanımıştım. 1959-1960 ders yılı başında girdiğim Kuleli Askeri Lisesinde 1. sınıf öğrencisiyken gececi misafir olarak kaldığım, daha sonra Emekli İnkılap Subayı (Eminsu) yapılmış Ulaştırma Yarbay Mehmet Meriç’in (Halamın beyi) evinde idim. Bu emredici, tok sesli kurmay albayın sonraki yıllarda 27 Mayıs 1960 Milli Birlik Komitesi’nin en güçlü üyelerinden olduğunu, bu ihtilale Atatürk’ün ölümünden sonra raydan çıkmış Türklük ülkülerini gerçekleştirmek için katıldığını, ihtilalle kapatılan siyasi partilerin yerine yenileri kurulmadan idareyi bırakmamak gerektiğini, Okyanus ötesinin 27 Mayıs ihtilali için “bizim çocuklar başardı” diye verdikleri hükmün İhtilali yapan Milli Birlik Komitesi’ndeki 14’lerin tasfiyesi ile (14’lerin lideri Türkeş idi) geçerli olduğunu daha sonraki zamanlarda öğrendim. Bu tok sesli Kurmay Albayın içinde bulunduğu 27 Mayıs Milli Birlik Komitesinin icraatlarını takip ederek Kuleli Askeri Lisesinden mezun olup Ankara Kara Harp Okuluna gönderildim. Bu arada Milli Birlik Komitesinden 14 subayın tasfiye edilerek yurt dışına gönderildiklerini, liderleri Türkeş’in Hindistan’ın Bombay şehrindeki Türk Büyükelçiliğinde görevlendirildiğini, oradan Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idam edilmemesi, bu idamların yurdumuzda devamlı kanayan yaralar açacağını ve o sırada ülkemizin durumunu anlatan mektuplar yazdığını öğrendim. Bu arada kendisini ve geçmişini merak ettiğim Türkeş’le ilgili yazılar okumaya başladım. Bu yazılar beni 1944 Milliyetçilik-Turancılık Davası diye adlandırılan davanın safhalarını incelemeye yöneltti. 22 Şubat 1962’de Talat Aydemir’in 1. kalkışmasını Kuleli Askeri Lisesi son sınıf öğrencisi iken öğrendikten sonra, 21 Mayıs 1963’de 2. defa gerçekleştirilen Talat Aydemir Kalkışmasını Ankara Kara Harp Okulunda 1. sınıf öğrencisi olarak yaşayıp mahkemeye verilip beraat edip okul disiplin kurulu kararıyla okuldan çıkarılıp İstanbul Üniversitesi Edb. Fak. TDEB.’ne girdim. Bu iki kalkışmanın Türk milletinin hayrına olmayacağını iyi bilen Türkeş davranışı ve takındığı tavır ile bu hareketleri tasvip etmediğini açıkça belli etti. Türklük Bilgisinin öğretildiği Türkoloji Bölümünü seçmeme 1944 Milliyetçilik-Turancılık Davasının safahatını öğrenmeye başlamam ile 27 Mayıs ihtilalinin kuvvetli kurmay albayı Türkeş’i tanımaya başlamam sebep oldu diyebilirim. Nihal Atsız, Alpaslan Türkeş ve başta Muharrem Ergin Necmettin Hacıeminoğlu olmak üzere hocalarım artık rehberimizdi. Hindistan’dan emekli bir subay olarak yurda dönmüş olan Alpaslan Türkeş CKMP üyesi olarak siyasete girmişti ve İstanbul Beyazıt meydanındaki Marmara lokalindeki ve başka mekanlarda toplantılarının devamlı takipçisi oldum. (1966-1968) Artık yeni bir nesil yetişiyordu, yetiştiriliyordu. Bu nesil kendisine ülkücü gençlik diyor, Türklük ve Türkçülüğü öğrenip savunuyor, Atatürk’ün Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü temelleri üzerine kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkıyor, sol ideoloji ve komünizmle savaşıyor bu mücadelede yüzlerce şehit veriyordu. Ülkü-Bir (Ülkücü Öğretim Üyeleri ve Öğretmenleri Derneği) Ülkü_Han (Ülkücü Hanımlar Derneği), Ülkü-San (Ülkücü Sanayiciler Derneği) gibi onlarca dernek kuruluyor, 1968 kuşağının bu cephedeki gençleri bu teşkilatlarda seve seve çalışıyorlardı. Son Başbuğumla ilk karşılıklı sohbetim 1971 yılında Burdur Lisesinde Edebiyat Öğretmeni olduğumda Burdur’da oldu. “Metin, burada Ülkü-Bir’i kur” dedi ve o zamanki Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)’nın karşısında ülkücü öğretmenlerin Burdur Şubesini 1972’de ben açtım. 1971 Burdur depreminden sonra Burdur’a Burdur Valisi olarak atanan Eski Emniyet Genel Müdürü Ömer Naci BOZKURT, Burdur’da depremin yaralarını sararken, şimdiki vilayet konağının önünde bulunan Ötüken Parkı’nı benimle ve Ülkü-Bir’li öğretmenlerle fikir işbirliğinde bulunarak yaptırdı. 1973-1976 yıllarında bulunduğum Aydın Cumhuriyet Kız Lisesi Müdürlüğünden Ülkücü öğretmen yetiştirmek için kendi isteğimle ve Ülkücü ağabeyim rahmetli Öğretmen Okulları Genel Müdürü Ayvaz Gökdemir’in onayıyla Ortaklar Öğretmen Okuluna müdür olarak atandım. Gökdemir’in “sen müdürsün, niye kız lisesi müdürlüğünü bırakıp birçok problemi bulunan Ortaklar Öğretmen Okulu Müdürlüğünü istiyorsun?” sorusuna cevabımın “ülkücü öğretmen yetiştirmek için” şeklinde olması hep Son Başbuğumdan aldığım fikir ve heyecanın bir tezahürüydü. Nitekim atandıktan 11 ay sonra Ortaklar Öğretmen Okulu Müdürlüğünden zamanın Germencik Kaymakamı Şükrü Er’in isteği ve Aydın Valisi Zekai Gümüşdiş’in “aşırı milliyetçi” ithamı ile alınıp Bursa Eğitim Enstitüsüne atandım. Bursa’da eşim, Ülkücü Hanımlar Derneğini, ben Ülkücü Öğretmenler ve Öğretim Üyeleri Derneğini kurduk. Ülkemizin 12 Eylül 1980 darbesine uğramaması için gerekli mücadeleyi verdik. Ama darbe oldu. 12 Eylül 1980 darbesi aslında ülkücüleri hedef alan bir darbe olarak tarihte yerini aldı ama “Son Bağbuğumuzun yetiştirdiği kadrolar Türkiye ve Türk Dünyasının birlik ve beraberliğinden vaz geçmediler. 12 Eylül 1980 darbesi aslında Okyanus ötesinden kurgulanmış bir darbe idi ve esas amacı ülkücü-milliyetçi kadroya yönelmişti. Türkeş bu darbeden ülkücü-milliyetçi kadroyu korumak için sürgün edildiği Uzunada da gerekli tavrı almıştı. Ben de devletimizin idaresi kahraman ordumuza geçti düşüncesi ile bulunduğum Bursa Eğitim Enstitüsünde doktora çalışmasına başlayarak 1985 yılında bitirip Kayseri Erciyes Üniversitesine Yrd. Doç olarak atanmıştım. Bağbuğ Türkeş’in en büyük eserlerinden biri Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk ve İşbirliği Kurultaylarını toplamak olmuştur. 1992 yılında dağılan Sovyetler Birliğinden sonra kendileriyle o zamana kadar yeterli derecede ilgilenmediğimiz Türkiye dışındaki Türkler, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte 7 bağımsız Türk Cumhuriyetini meydana getirince dünyadaki Türkler arasında “Ortak Türk Alfabesi” oluşturma çabaları ortaya çıkmış ve ilk olarak Kırımda 1992 yılında Kırım’ın büyük lideri Abdülcemil Kırımoğlu’nun başkanlığında benim de katıldığım “Ortak Türk Alfabesi” toplantısı yapılmış, arkasından Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in himayelerinde Alparslan Türkeş’in gözetimi ve düzeni ile 20-24 Mart 1993 tarihinde Antalya’da “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarının birincisi yapılmıştır. Her iki yılda bir tekrarlanan bu kurultaylar Türkeş’in ölümünden sonra siyasi iradeler bu kurultaylara yeterli ilgi ve istekle bakmadıkları için son yıllarda “Türk Dili Konuşan Ülkeler Kurultayı” haline dönüşmüştür. Kayseri’de Erciyes Dağı Tekir Yaylası’nda Başbuğ Türkeş’in sağlığında her yıl toplanan “Zafer Kurultayları” Türkeş’in ölümünden sonra devam edememiştir. 1992-1994 yıllarında çatısı altında “Kazak Türklerine Türkiye Türkçesi Öğretme Kursları Koordinatörü” ve “Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı” olarak çalıştığım Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi Türk Kazak Üniversitesi; daha sonra Kırgızistan Manas Üniversitesi, Türkmenistan Mahdum Kulı Üniversitesi ve diğer Türk Cumhuriyetleri ve Türk Topluluklarında açılan üniversite ve yüksek okullar, Atatürk’ten sonra Başbuğ Türkeş’in Türk Kültür Birliği ve devamında Türk Ülküsü Turan’a giden yolun kilometre taşlarıdır. 1992-1994 yıllarında çalıştığım Kazakistan Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi’nden sonra Türkiye’ye gelip baypas ameliyatı olmam sebebiyle doktorlar izin vermediği için Son Başbuğumun vefatında cenaze törenine katılamamı hayatımın en büyük talihsizliklerinden biri saymaktayım. Atatürk, Ziya Gökalp, Nihal Atsız ve Türkeş, Kırım Lideri Cemiloğlu, Azerbaycan’ın büyük evladı Elçibey ve Kıbrıs Türkünün Büyük Mücahidi Rauf Denktaş ve tarihteki bütün Türkçüler benim neslime o kadar çok tesir etmişti ki bir Türk ülkesinde görev yapmadan duramaz hale gelmiştik. Öğrenciliğimde “Kıbrıs Bizim canımız feda olsun kanımız” gibi söylemlerle bağrımıza bastığımız KKTC’de 2002-2004 yıllarında görev yapmak soyu Kıbrıs’la ilgili olan Türkeş’e de hizmet etme şeklinde göründüğü için orada da çalıştım Atatürk’ün ölümünden sonra Türkçülüğün siyasi gelişmesi önce büyük Türkçü Turancı Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş işbirliğinde oldu. Daha sonra partinin Bozkurt olan amblemi Adana Kongresinde bugünkü amblem olan üç hilale döndürüldü. Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtları Dirilişi romanlarının yazarı Nihal Atsız’dan sonra “Kanımız aksa da zafer İslamın, Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız” şeklindeki sloganlar ağır basmaya başlamıştır. Türkiye’de siyasi İslamiyet, Arap anlayışı (Eşari anlayışı) ve İmam Maturudi, İmam Ebu Hanife, Hoca Ahmet Yesevi ile Yunus Emre’nin temsil ettiği Türk islamiyeti diyebileceğimiz iki cepheli anlayışla temsil edilmeye başlandı. Son Başbuğ Türkeş, “Türk Müslümanlığı. taraftarı idi. Türkeş ayrıca “Ilımlı İslam ve Dinler Arası Diyalog” akımlarına karşı olan bir devlet adamı idi. Türkeş, liderlikte bir Bilge Kağan, kahramanlıkta bir Kültigin, devlet adamlığında bir Tonyukuk idi. Atalarının sütlerinin temizliği damarlarındaki kanlarından ona intikal etmişti. Türk milletinin çıkarları söz konusu olduğunda gerekirse herkese, cumhurbaşkanına kadar doğru fikri öneren ve bu fikrin sonuna kadar arkasında duran bilge bir liderdi. Alparslan Türkeş siyasi hayatı, düşünce ve davranışları bakımından 2. Göktürk Devleti’nin ünlü veziri, aygucısı, ata-babası Bilge Tonyukuk’a benzemektedir. Türkeş de Tonyukuk gibi “Türk milletinin çıkarları söz konusu olduğunda Cumhurbaşkanına ve devlet idarecilerine rağmen doğru fikir ve düşünceyi ortaya koyup sonuna kadar mücadele eden (Türkiye mozaiktir diyenlere karşı ne mozağiyi lan..diye haykırması slogan haline geldi) bir kişiliğe sahipti Türkeş, tıpkı Tonyukuk gibi Türk milletinin karakterini olaylar karşısında tavır ve davranışlarını çok iyi bildiği gibi, tarihi ve şimdiki iç ve dış düşmanlarını çok iyi tanımıştı. Tonyukuk’un isminin başındaki “bilge” sıfatı gibi Türkeş’e de ülkücü-Türkçü kamuoyu tarafından “Son Başbuğ” diye isim verilerek Türk milletinin ölmezleri arasında yerini aldı. Türk Milleti Atatürk’ün ölümünden sonra milli davalarını, ülkülerini sahiplenmekte belki daha da gecikecekti. Türkeş elinde kitap olan okuyan, yazan ve düşünen eğitimli ülkücü gençlerin yetişmesi için mücadele etti. Türkeş, Atatürk’ten sonra beni, yani Türkü öğreten aydınların, Oğuz Kağan’ın “Kök Tengrige men ötedim” (Gök Tanrıya ben borcumu ödedim) dediği gibi milletine karşı hizmet etme borcunu ödeyen aydınların yetişmesinin destekleyicisi, koruyucusu idi. Türkeş, Türk milletinin beka (var olma), milli eğitim, iktisadi kalkınma ve aklın ve ilmin hakimiyeti olarak özetlediğimiz milli meseleleri üzerinde görüş ve tespitleriyle bir fikir ve aksiyon adamı olarak hafızalarda yer aldı. Türkeş, Atatürk’ten sonra bütün dünyada milliyetçiliğin-Türkçülüğün ne derecede önemli olduğunun farkına vararak Türk dünyasının elleri ve gözleri bağlı olarak kalmasını hazmedemeyen, Atatürk’ün Türk Birliğine inanıyorum. Ben görmesem bile onun hayaliyle yaşıyorum. dediği gibi bir ülkü adamı idi. Türkeş, zaman oldu tek başına kaldı, zaman oldu tabutluklara sokuldu, zaman oldu ihanete uğradı, zaman oldu kara eylül işkenceleri gördü, Ama asla yılmadı, Yılmak yoktu onun kitabında, Çünkü o bir Türk, bir bozkurt, bir ülkücü, bir başbuğ idi. Türkeş, “Dava adamı olmak için önce adam olmak lazım. Dava öğretilebilir ama adamlık öğretilemez.” Başı bir ülkücünün çekmediği hiç bir olaya katılmayın. Kendinizi, küçük görmeyiniz, Sizler büyük kuvvetsiniz, vazifenizi hiçbir zaman unutmayınız. Kuvvet birliktedir, Davamızın geleceği birliktedir, Ülkücüler, insanlık alemi içinde ne uşak olmayı ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır. diyen adam gibi adamdır. Türkiye’de Atatürk’ün ölümünden sonra sarsılan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini yeniden rayına oturtmak daha da gecikecekti. Yanı başında bulunan Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı ve kurucusu merhum Prof. Dr. Turan Yazgan ve benzeri aydınların yetişmesi daha da gecikecekti. Başbuğum, Rahat uyu! Allah rahmet eylesin. Yetiştirdiğin ülkücü, milliyetçi kadrolar nerede, hangi zeminde olurlarsa olsunlar Türk ülküsünü senin doğumunun 100 yılında da yaşatmaya devam ediyorlar ve ebediyete kadar devam ettirecekler. Not : Bu yazı Doğumunun 100. Yılında ALPARSLAN TÜRKEŞ’E ARMAĞAN isimli kitapta yayınlanmıştır. (Ankara, 2018, Berikan yayınevi, s. 137-145