Prof. Dr. Yümni SEZEN,
İnsanlığın toplumsal ve yönetim yönünden tekâmülü, diğer birçok alan gibi hep arayış içinde geçmiştir. Yönetim sisteminde çeşitli merhaleler yaşanmıştır. Ancak demokrasiye doğru bir gidiş içinde faaliyet gösterildiğini görmezlikten gelemeyiz. Demokrasinin eksiklikleriyle beraber, daha iyi bir sistem olduğu tecrübeyle anlaşılmıştır. Elbette onun da düzeltilmeye, rötuşlanmaya muhtaç tarafları vardır. Zaten bu konuda, “en iyisi” değil, “daha iyisi” söz konusudur ve gerçekçiliğe uygun olan budur.
Yönetim şekilleri içinde “başkanlık” denilen şeklin, tarihi tiplerini, “tek adam” hatırasını, herkes bilir. Han’lık, Hakan’lık, Şah’lık, Padişah’lık tiplerinin iyisi, kötüsü olsa da, tek adam sistemidirler. Zamanı ve şartlarını elbette unutmuyoruz. Tiranlık ve diktatörlük gibi sert ve çok olumsuz tiplerini de unutmuyoruz.
Yönetim gücünün kaynağının (hakimiyetin) topluma (yaşamakta olan halka) dayanması, seçme ve seçilebilme, güç ve yetki sorumluluklarının paylaşılması, denetim ve kontrol mekanizmasının oluşturulması arayışta son halkalar olmuştur. Şunu da eklemek gerekir: Özgürlük alanının gittikçe genişletilmesi. Cumhuriyet veya demokrasi diye adlandırdıklarımız, temele bu saydıklarımızı alan şekillerdir. Bu sistemi, toplumlar siyasi partiler yoluyla yürütmeye çalışıyorlar. Cumhuriyetle demokrasi farkı da burada gizleniyor. Açık olsun diye bazan “çok partli demokrasi” tabiri de kullanılmaktadır.
Bu sistemde ne kadar başarılı olunmuş, kimler başarılı olmuş, kimler olamamış, ayrı bir konudur.
Eski usul “tek adam”dan farklı yeni usul “başkanlık”, demokratik sistemin içine monte edilmeye çalışılıyor. Monte etme ifadesini bilerek kullanıyoruz. Demokratik sistemde, bu sitilin aksayan ve sırıtan tarafları giderilebilmiş değildir. Çeşitli ülkeler, halka dayanma, seçim, yetki paylaşımı, denetim gibi demokratik esasları kaybetmeden, başkanlık sistemini uygulamaktadır. Türkiye de bu siyasi metodu yaşamak istedi. Sosyolojide kabul edilen zaman dilimine oranla kısa sürede arızalar verdi. Neden arızalar verdi? Biri hariç normal sistemin kurallarına uyulmadı. Neydi bu kurallar, hatırlayalım:
- Seçim. Bunun karşıtı, işgal, zor kullanarak başa geçme, babadan oğula geçme, yani saltanat.
- Danışma-Meşveret.
- Yetkilerin dağıtımı/paylaşımı.
- Denetim.
- Kanun yapma yetkisinin tek kişide olmaması.
Bunları başka bir yazımızda belirtmiştik (Başkanlık sistemi mi Dediniz, 16.04.2021, Yeniçağ Gazetesi). Bu kuralların tamamı gereklidir. Bir veya birkaçının bulunması yetmez. Yetkinin ve sorumluluğun paylaşılması, doğal olarak denetimin desteğidir. Üçe bölünmüş paylaşım, yerleşen bir kural olmuştur. 1. Siyasi-idari icra (hükümet ve idari sistem), 2. Kanun yapma yetkisi (seçilmiş meclis), 3. Kanunları uygulama (yargı). Bunlar biribirinin yerine geçemezler, biribirini meşruiyet dışı etkileyemezler.
Başkanlık sistemini demokratik nizama uydurmak istiyorsak, bu beş kurala uyumlaştırmak zorundayız. Aksi halde ucube hale gelir ve doğal olarak, hukuki, sosyal ve siyasal arızalar verir. İşin içinde bir de siyasi partiler vardır. Demokrasinin karakteri gereği partiler birden fazladır. Tek partinin devletle bütünleşmesi, devleti parti devleti haline getirmesi, ihtimalden çıkmış, oluşmuştur. Çok partili uygulamalarda bile, bir partinin bu duruma girme çabaları gözden kaçmamaktadır.
Siyasi partiler hizmet yarışı yaparlar, bu uğurda rekabete girişirler. Bu, normaldir. Hukuki olmak üzere çeşitli metot ve taktikler kullanılır, projeler sunulur. Fakat bazan bu mücadelede, çekişme halinde olumsuz tavırlar sergilenebilir, sergilenebilmiştir. Ölçü ve ölçüt için hizmete dönük iyi niyet yetmez, hukuka ve kanunlara uygunluk aranır. Birçok olumsuzluğa tahammül edilmiştir. Herşeye rağmen beş kuralın çiğnenmemesi elzemdir. Bir toplumun/milletin içinden çıkmış, teşkilatlanmış, onun kültürünü ve kimliğini temsil eden, onun adına iş gören “devlet”in varlığı doğaldır. Bu devletin başında, temsil şartlarını taşıyan bir başkanın olması da normaldir. Parlamenter sisteme dayansın veya uygunlaştırılmış başkanlık sistemine dayansın, farketmez. Fakat başkanlık sisteminde diğerinde olduğu gibi, içinden geldiği parçanın (parti, dernek, vakıf v.b) mensubiyetini ve faaliyetlerini terketmiş olması gerekir. Ancak o zaman bütüne mal olabilir. Parçalar arasında tarafsız, sadece milletinin bütününden ve kanunlardan taraf olan biri olur. Devlet, o toplumun kültürünü ve değerlerini yansıtan doğal bir devlet ise, devletin başındaki, hem devletin, hem cumhurun başı, şahıslar, gruplar, meslekler, kuruluşlar, siyasi partiler v.d. arasında tarafsızdır ve hepsinden sorumludur. Seçilirken, seçmeyenleri de olmuş, ama çoğunluk tarafından seçilmiş olsa da durum değişmez. Görev yüklenildikten sonra, hepsinin başkanıdır. Bu kadar normal ve anlaşılabilir şeyi neden yazıyoruz? Başkanlık sistemi, partili cumhurbaşkanlığı gibi garip, garip olduğu kadar da tehlikeli bir şekle sokulmuştur. İçinden geldiği siyasi partinin bütün mücadele sitilini devam ettirecek, muhalifleri ile çekişecek, rekabet ve yarış usullerini kullanmaya devam edecek, ama herkesin başkanı olacak? Tarafsız kalacak? Bu mümkün olabilir mi? Eğer siyasi rekabet, sınıfsal, kurumsal farklılıklar, siyasi mücadele devam ediyorsa, cumhurun başı olma imkânı ortadan kalkmış demektir. Parçanın başı veya mensubu olmak ile bütünün başı olmak, zarureten çelişir. Kurumlar zarar görür. Mesela en önemli kurumlardan olan askerliğin, bu duruma uygunlaştırılması zorlaşır. Asker milletin bütününün askeridir. Onun da başı olacak birinin aynı vasfı taşıması gerekmez mi? Siyasi parti mensubiyeti ve hele faaliyeti devam ediyorsa, toplumun fikren bölünmesi, kamplaşması, en yukarı seviyede bile hayat bulacak, bu kamplaşmadan cesaret alınabilecek demektir. Eski usullerde, yani seçimle başa geçmeyen tek kişilerde bile böyle bir bölme, kamplaştırma tavrına rastlanmaz. Ne hakanlar, ne padişahlar, hatta ne diktatörler, toplumu bütün olarak muhatap almışlardır. Onların hata ve günahları başka noktalardadır.
Değerlendirmemize şöyle itiraz edilebilir: Parlamenter sistemde başbakan, partili olmaya devam etmiyor mu? Partili olması, onun bütün milletin başbakanı olmasına engel oluyor mu? Yeni sistemde cumhurbaşkanı başbakanın yerindedir. Fakat gözden kaçanlar şunlardır: Parlamenter sistemde işte böyle bir problemli noktadan ötürü, başbakanlık son üst makam ve merci sayılmamış, cumhurbaşkanlığı ihdas edilmiştir. Tarafsız bir üst makamın bulunması her zaman istenmiştir. Başbakan, cumhurdan, yani halktan doğrudan sorumlu olmadığı gibi, onun hukuki temsilcisi de değildir. Halkın temsilcisi olan meclisin de sorumlusu ve hâkimi değildir. Başbakan icranın, yani hizmetlerin sorumlusu ve âmiridir. Yeni sistemde meclis bile, seçilmiş olmalarına rağmen memur seviyesine indirilmiş, hükümet seçilmişlerin dışında oluşturulabilmektedir. Yani memur konumundadırlar.
Yeni sistem, parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanını kaldırıp, başbakanın cumhurbaşkanı sayılması gibi bir şey midir? Bunu dahi söyleyemeyiz. Başbakan partizan davranırken bile, yeni sistemdeki cumhurbaşkanı kadar serbest değildi. Güvenoyu veya güvensizlik oyunun muhatabıydı. Şartlar oluşmuşsa her zaman değiştirilmesi mümkündür. Azledilebilir. İki üstü vardır: Meclis ve cumhurbaşkanı. Dünkü ve bugünkü cumhurbaşkanının üstü millettir. Millet ise seçimden seçime söz sahibi olduğu için, başkaca üstü olmayan yeni cumhurbaşkanı tipine sorumsuz davranabilme kapıları açılmıştır. Eğer sorumluluğu kendi vicdanında duymuyorsa… Eski tip veya yeni tip cumhurbaşkanı devlet memuru değildir. Memur sayılması için bir üstünün olması gerekir. Memur olmadığı için siyasi ve idarî kararlar alabilir. Kanun kuvvetinde kararları yürürlüğe sokabilir. Kendine canı istediğini muhalif görebilir, muhalif sayabilir. Oysa;
- Farklı siyasi düşüncede olanlar. Değişik siyasi parti ve mensupları.
- Farklı dinî inanışı kabul edenler.
- Farklı fikir ve felsefe dünyasını, ideolojik fikirleri paylaşanlar.
Kanuni sınırlar içinde kaldıkça, cumhurbaşkanına muhalif sayılmazlar. Cumhurbaşkanı da bunlara muhalefet edemez. Bunlara farklı muamele edemez. Kötü söz söyleyemez, hakaret edemez. Meselâ “anırıyorsunuz”, “sıkıyorsa” gibi hakaret edici sözler sarfedemez. Bu tabirleri kullanan biri nasıl cumhurun başı olabilir. Halkın bir kısmını bir kısmına karşı kışkırtamaz. Meselâ, “sizi kaçacağınız yere kadar kovalarız. Filan günü nasıl unuttunuz?” diyerek halk kesimlerini tehdit eden biri nasıl cumhurun başı olabilir? Üstelik bu tehdidi devlet güçleriyle değil de, ki buna da hakkı kanunlar çerçevesindedir, partisinin yandaşlarıyla yaparsa, buna nasıl cumhurun başı denir? Bunlar demokratik sisteme yanlış monte edilen partili başkanlık şeklinden kaynaklanmaktadır. Siyasi partiye organik bağ devam ettikçe, oradaki üslup ve alışkanlıklar sürdürüldükçe, başkanın, bütünsel sorumluluk zemini, manevî, ahlaki zeminleri kaybolur. Sürekli toplumu bölücü, kamplaştırıcı hale gelir ve millet bundan zarar görür.
Cumhurbaşkanına kimler muhalefet etmiş sayılır ve cumhurbaşkanı da bunlara muhalefet etmelidir.
- Kanun ve nizama uymayanlar.
- Ahlak ve adaba uymayanlar.
- Milli değerleri çiğneyenler.
- Zararlı hale gelen, aşırı uçlarla ideoloji bağımlıları.
- Teröristler ve terör grupları.
- Bölücüler.
- Millete ve devlete ihanet edenler.
Bunlar her namuslu ve vicdanlı vatandaşın, her yöneticinin, her kanunî yetkilinin muhalifidirler. Tabiatıyla en üst seviyede milleti temsil eden cumhurbaşkanının da muhalifi olurlar. Başkan, bunlarla mücadele edilmesinin ve hukuki mercilere sevkedilmesinin sorumluluğunu taşır. Başka türlü, ayırım ve ayrıcalık yapamaz. Siyasi partilerde cirit adan, yarış, rekabet, siyasi galibiyet veya mağlubiyet hisleri Cumhurbaşkanınca terkedilmeli, bu tür faaliyetler ilgililerine bırakılmalıdır. Dava adamı olmak şüphesiz cumhurbaşkanının da hakkıdır. Fakat ideallerini hukuki ve ahlaki çerçevede sunmalı, ikna edici metot kullanmalıdır.
Cumhurbaşkanının dayanağı, herkesten fazla olarak ahlak ve hukuk olmalıdır. Kibir ve gösteriş, benlik alâmetleri olup, bunlar yöneticide bulunursa, toplum zarar görür. Kibir, hırs, tamah, doyumsuzluk ve nihayetinde zulüm getiren bir benlik, adaleti tanımamış bir benliktir. Şeytanı Haktan ayırıp fesat tuzağına düşürenin benlik davası olduğunu her müslüman bilir. Siyaset ve iktidar, benlikle değil, adalet iledir. Adalete adaletle varılır, zulümle varılmaz.
Yalnız demokrasiye has olmayıp, bütün insanî yönetim sistemlerinin, olmazsa olmazlarından biri denetimdir. Denetimden kaçanların niyetleri kötüdür. Denetimin varlığı veya yokluğu, sistemin kalitesini yansıtır. Peygamberler dahi denetim dışında kalmamışlardır. Meselâ, Hz. Peygamber, hem Yüce Allahın denetiminde, hem Müslüman çevresinin denetimindeydi. Allah, iman ile ilgili olmayan bazı hususlarda onu ikaz etmiştir. Dünya işlerine gelince, çok yerde çevresinin dediklerine uymuş, bazı yerlerde ona itiraz bile edilmiştir ve bundan rahatsızlık duymamıştır. Denetimden ve adaletten kaçanlar, Firavunlar ve diktatörler gibi zalimlerdir. Bunlarda araya sadece benlik, kibir, hırs, tamah, doyumsuzluk girmemiş, akıl ve zeka da istismar edilmiştir. Yetkili biri, hele cumhurbaşkanı, halka karşı zekâsından ziyade vicdanını kullanmalıdır. İnsaf ve vicdan, adaletin ana kapısıdır. Hocalarımız, zekâ ruhun zehirli silahı olabilir demişlerdir. Bu silahı yalnız madde ve tabiat için kullanmalı, dostlara karşı kullanmamalı diye uyarmışlardır. Halk, bir cumhurbaşkanı için gerçek veya potansiyel dost konumundadır, olmalıdır.
Zeka, yerinde kullanılmazsa, bencilliğe, hile ve desiseye alet edilirse, ruhlar arasında uçurumlar açar. Meselâ partizanlığa, kayırma ve kamplaştırmaya esir ve köle edilmiş bir benlik, aklı da zekâyı da bu yönde kullanacaktır. Sevmediklerimize sürekli hakaret edersek, birlik ve beraberliği unutmak lâzım gelir.