Prof.Dr.Mustafa E. Erkal,
Türkçe dışında Arapça, Fransızca, İngilizce, Rusça ve Almanca dillerinde reçetelerin yazılması kararı alınmıştır. Konu sağlık turizmine dayandırılıyor. Gerekçelerden birisi de Türkiye’de yabancılara verilen reçeteler dışarıda da anlaşılmalıymış. Türkiye’de verilen reçete dışarıda geçiyor mu sayın bakan? Hiçbir ülkede yazılan reçeteye göre başka ülkelerde ilaç alınamıyor. Hangi ülke böyle buluşlarla çok dilli reçete hazırlıyor ve ülkesini karıştırıyor? Eğer bir iş yapacaksak özel hastaneleri modern otel olma özelliğinden uzaklaştıralım. Özel hastaneler kritik ve riskli ameliyatları yapmaktan kaçınıyorlar. Beş ayrı dilde dilekçe verme işgüzarlığı egemenlik haklarıyla ve anayasamızla da çelişir. Bu durum Türkçe’nin devre dışı bırakılması sonucuna gider ki bu da egemenlik haklarıyla çelişir ve egemenliğe ortak aramak anlamına gelir. Dünya dili Türkçe ve Türk kimliği ile anayasada uğraşma saf insanların işi olamaz. Bazılarını Türkçe ve Türk kimliği çok rahatsız ediyor. Rahatsız olmalarından biz rahatsız değiliz. Türkçe ve Türk kimliği ile uzlaşamayanlar bu topraklarda yaşama hakkını kullanmamalıdırlar. ABD ve Avrupa ülkelerinde parklardaki banklara kadar yer alan bir cümle vardır: “Ya sev, ya terk et”. Anayasa dahil Türkiye’yi tanınmaz hale getirecek dış destekli Türk ve Türkiye düşmanlığı karşısında bazıları Türk Dünyasından utanmayacaklar mı? Bunun yerli ve milliliği nerede kalmıştır? Bazıları Türkiye’de vatandaş yapıldı demek ki yetmiyor; bunlar etnik bir yapı olarak egemen ve bağımsız bir bölgede yaşatılacak mı? Sözde Türkiye’de geçici sığınmacı Suriyeli ve Arap doktorlar Arapça reçete yoluyla Araplara reçete yazacaklarmış. Acaba gelecek Türk hastalara bunlar hangi dilde reçete yazacaklardır? Beş dilli reçeteler, özel hastanelerde yani bazı otelleştirilen hastanelerde yazılacaksa, devlet hastanelerinde nasıl bir karmaşa yaşanacaktır. Yazılım ile acaba kimler mutlu edildi ve edilecek? Bu beş dil için klavye değişikliğini kim temin edecektir? Anlaşılan etraflı düşünülmeden yanlış bir uygulamaya gidiliyor. Ensarcılarımız Müslüman kardeşlerimizi Türk toplumunda geçici ve sığınmacı değil de; kalıcı bir parça olarak düşünmektedirler. Çoklu dili reçete yoluyla meşrulaştırmak ister istemez, çoklu uluslaştırma sonucunu doğurabilir. Seçim meydanlarında “tek millet, tek devlet” nutukları nerede kaldı? Bu anlayışla devam edersek Türkiye belki de ismini de, bayrağını da değiştirerek zorunda kalabilir. Türkiye’nin çözülmesi ve düzeltilmesi gereken bu kadar sorunu varken, bunları bırakıp toplum yapısını etnik parsellere ayıracak ufalayıcı ve özerkleştirici etnik guruplar macerası iyi niyetle bağdaşamaz ve gerekli demokratik tepkiyi de hak eder. Biz, ülkemizin bu kadar sahipsiz olduğu düşüncesinde değiliz. Ancak yakın tarihte malum AB’ye sözde tam üyelik sürecinde nelerle karşılaştığımız, bölücü saldırılarla karşı karşıya geldiğimiz, gurur kırıcı köpek kulübelerine layık görüldüğümüz, ikinci sınıf üyelik teklifleriyle karşılaştığımız, KKTC’yi yok sayıcı Annan Raporu gibi tuzaklarla karşılaştığımız unutulmamıştır. Türkiye dıştan ve içten ufalanarak sözde demokratikleştirilmek istenmektedir. 1071 Malazgirt’in, 1453 İstanbul’un fethinin, Cumhuriyetin kurulmasının intikamı Cumhuriyet Türkiye’sinden alınmak istenmektedir. Yakın tarihi unutmayalım. Renk, elbise, isim değiştirse de dünkü düşman aynı düşmandır. Osmanlı’yı Balkanlar’dan çökertenler Cumhuriyet Türkiye’sini Ortadoğu’dan silmeye çalışmaktadırlar. Böyle bir ortamda, Anayasada ve sorun yapılan reçetede yanlışlar yapmanın ileride bedeli ağır olur.
Uyan Türkiye artık yaz bitti.