Osman ERENALP,
Din teslim edildi Müslümana.
“Mezhep” oturttu o dinin yerine.
İçine doğduk her birimiz kendi mezhebimizin.
Bizimki “hak”, ötekiler “batıl” denildi. Sorgulama, araştırma yok, inandırıldık ona, yürüdük o yolda.
Din değiştirmekten beter gösterildi mezhep değiştirmek bize.
“Hristiyan olacak, ondan sonra mezhep değiştirecek” denildi.
Başka dinden olanla kız alıp verdik.
Aynı dinden ama başka mezheptense yüz çevirdik. Önyargıyla, kulaktan dolma bilgiyle yürüdük bugüne kadar geldik.
Bize “Sünni” dendiğini on sekiz yaşında ilk öğretmen olduğumda öğrenmiştim. “Tayin olduğun köyün yarısı Alevi, yarısı Sünni, sen hangisindensin?” denmişti de “Ben Müslüman’ım” demiştim. Doğruyu demişim bilmeden. İlahiyat okuduğumda anladım doğruluğunu onun ben. Mezhep yokken herkes ben gibi demiyor muydu zaten?
Sünni, Alevi bunlar bilinmez konuşulmaz bizim köyümüzde yöremizde. Dışarı çıktığımızda öğrendik onu biz.
Baktık “kan”, “kin”, “gözyaşı”, “taassup”, ondan bize kalan.
Batı çözdü mezhep konusunu rahatladı. Kurtuldu o kavgadan. Biz çözemedik o bataktayız daha. Çıkmamız da zor bu kafayla.
Kabuk tutmuş meseleleri kaşınıyor tarihin ha bire. Sebep bulunuyor bir şekilde ona, tazeleniyor yara yeniden. Tarafı olmadığımız, milletçe içinde yer almadığımız meseleler. Çözümü akılla olacak meseleler hepsi de.
Can feda edecekler hazır o uğurda. Kurşun askerler. “Çıksa da birisi karşıma, infazı elimden olsa” diyecek gözü kararmışlar. Sorgusuz cennete gireceklerini düşünmekteler onunla. Akıl rafa kalkmış durumda o konuda. Küpleri doldurulmuş damla alacak yeri kalmamış kapalı devre yetişmiş tipler.
**.
Bunca yıl yaşadık gördük, din değiştirene rastladık da mezhep değiştireni göremedik. Alevi iken Sünni, Sünni iken alevi olanın örneği yok bende.
Bu gerçek biline biline mezhebini din yerine oturtup, onun kavgasını verene Allahtan hidayet dilemek düşer ancak bize. Din kuvvet kazanmaz mezheplerin kuvvet kazanmasıyla zayıf düşer ancak onunla. Adımın Osman olduğu kadar eminim ondan. Dışarıda aramasın düşmanı o yüzden, İslam’ı zayıf güçsüz gören.
Dışında değil içinde o düşman.
Mezhep “yol” demekse demek zamanı şimdi “yol değil bu yol. Titreyip kendine dönmesi gerek Müslümanın. Yola gelmeleri gerekiyor yolunu şaşırmışların.
1993 yılının Şubatında Bakü’deydik. Ramazan ayıydı. Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Devlet Üniversitesi yemekhanesinde iftar yemeği veriliyordu. Dört bayan aşçı tutulmuştu onun için. Aşçıbaşısı vardı bir de, Rasim. Şehirde ezan okunmadığından vakit girdiğinde içeriden ezan okuyordu birimiz. Aşçılar mana verememişlerdi müezzinin yaptığına. Anlatmıştık kendilerine. İlk kez duyuyorlarmış. “İlmi ateizm” dersi okutulmuş okullarda yıllarca. Din de mezhep de de unutulmuş öyle olunca. Sormuştu aşçıbaşı Rasim;
-Sizin mezhep ne? Sünni.
-Bizim ki ne? Şii.
- Kaldırsalar ya hocalar bunu, o ne?
-Kaldıramıyorlar işte, demiştim ben de.
Mayınlı” konu o “taassup”, “bağnazlık”, “mahalle baskısı” çok sebebi var daha. Nemalanma var ki bir de en önemlisi
Veysel “ Alevi Sünnilik nedir, Menfaattir varvarası” demişti o konuda.
Gidilemiyor o yüzden üzerine.
Cesaret edilip de masaya yatırılamıyor bir türlü.
Hasan ONAT Hocamız vardı konusunun Ordinaryüsü. Ankara İlahiyatın Mezhepler Tarihi bölüm başkanı. Devre arkadaşım ağabeyim. Kimsenin diyemediklerini diyordu o bilgiyle, vukufla, tarihi gerçekler ışığında. Kitabın ortasındandı konuşmaları tam da.
“Covit” ayırdı onu aramızdan.
“Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir” buyurur Peygamberimiz. Ne kadar hayıflansak yeridir onun için.
Şunları demişti bir konuşmasında;
Bakabilir dileyen, durur internet kayıtlarında.
“Müminin 53 54 ayet Enam 159 Rum 32 hizipleşmeme ayetleri bağlamında mezhepler dini parçalamış mıdır?” sorusuna verdiği cevap
Bir insanın Müslüman olması için herhangi bir tarikata, cemaate, mezhebe, bağlı olması gerekir mi?
Tek cevap; Hayır. Niçin?
Çünkü, Müslüman olmak en temelde Kur’an’da belirtilen temel iman esaslarına inanmak demektir. Bu esasların içinde de herhangi bir meşrep, tarikat, cemaat yoktur. Dolayısıyla bir insan kim olursa olsun, hangi mezhepten, hangi tarikattan, hangi cemaatten olursa olsun, Kur’an’da belirtilen temel iman, inanç esaslarına inanıyorsa ki bunlar; “Tevhit”, “ahiret” ve “nübüvvetten” ibarettir.
Bunlara inanan insan Müslümandır ve İslam dairesi içerisindedir. Bu esasların içerisinde “”mezhep” “tarikat” “cemaat” yoktur.
Ancak bu şu anlama gelmez.
“Mezhep” “tarikat” “cemaat” sosyal realitede vardır.
Biz mezhepsiz de olsak, herhangi bir mezhebe mensup da olsak, mezhep karşıtı da olsak, mezhep düşmanlığı da yapsak, bizim bu tutum ve tavırlarımız dış dünyada var olan mezhep gerçeğini değiştirmez.
Müslümanların önemli bir kısmı din anlayışlarını “mezhep”, “tarikat”, “cemaat” üzerinden elde etmektedirler. Bu gerçeği önce görmemiz lazım. Burada iki önemli durum tespitinin yapılması gerekiyor.
Bir tarihsel akış içerisinde kökleri geçmişe uzanın pek çok “mezhep” “tarikat” “cemaat” var. Bunların hiçbirisi doğdukları şekliyle bugüne gelmiş değildir. Değişerek, dönüşerek farklılaşarak gelmiştir. Bu süreçleri algılamadığınız takdirde bugün “ehlisünnet” dediğiniz şeyin yüz sene önce de beş yüz sene önce de aynı şey olduğunu görürsünüz. Ondan sonra şöyle bir yanılgının içine düşersiniz. Hz Peygamber vefat etti. Hazreti Ebubekir halife olsun diyenler “Ehlisünnet” oldu. Böyle bir şey yok ortada. Hz Ebubekir’in hilafeti ile ilgili tartışmalar o tarihte de yapıldı, aradan geçen 1400 sene sonra bugün de yapılıyor bu. Tartışmaların odağındaki mesele nedir? İslamin siyasi meseleleri insanın siyasi sorumluluğuna bıraktığını anlamadığımız sürece bu tartışmalar devam edecektir. Dolayısıyla biz siyasi tartışmaları din ile özdeşleştirir hale geldik. O yüzden mezhep dediğimiz oluşumlar dinin asli unsurları değildir. Tarihsel akışı içinde ortaya çıkan dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili beşeri oluşumlardır.
İkinci tespiti de yapmak durumundayız. Müslümanlar tarihsel akışı doğru okumadıkları için, süreçleri doğru okumaktan haz etmedikleri için, geçmişten bize gelen her türlü bilgiyi dini nitelikli ise, doğru kabul etmek gibi bir yanılgının içindedirler.
Oysa geçmişteki bu bilgiler değişerek, dönüşerek, yeniden inşa edilerek bugüne geliyor. Bunun adı mezheptir. Bunun adı başka bir şeydir ama geçmişin irdelenmemesi, geleneğin din gibi algılanması sonucunu beraberinde getiriyor. Bu da var olan gerçeklik dediğimiz mezheplerin din ile özdeşleştirilmesi gibi bir sonucu doğuruyor Mezhepler;
1- Hazreti Peygamberin sağlığında yoktu.
2- Kur’an herhangi bir mezhepten meşrepten söz etmez.
3- Kur’an’da belirtilen temel temel iman esasları içerisinde ne mezhep vardır ne cemaat vardır, ne tarikat vardır.
O zaman sonuç nedir?
Bu mezhepler bir vakadır. Gelin bunları anlayalım. Farklı görüşlerden istifade edelim. Ama hiçbirini İslam’la özdeşleştirmeyelim.
Adı ne olursa olsun ister Şii ister Sünni olun. Mezhebinizi iyi tanıyın. Hangi mezhepten hangi gelenekten geliyorsanız. Kendi geleneğinizi iyi tanırsanız o geleneğin din olmadığını daha kolay anlarsınız.
İkincisi mezhebinizi iyi tanırsanız onun din anlayışındaki farklılaşmalar üzerine kurulduğunu fark edersiniz. O zaman karşınıza bir başka gerçek çıkar. İslam ortak paydası varsa ki İslam ortak paydası “tevhit” “ahiret” ve “nübüvvettir” o zaman bu İslam ortak paydası Müslümanların genel çerçevede nerede ve nasıl değerlendireceğiniz konusunda ölçüt bulmanızı sağlar. O şu cümleyi tekrarlamak ihtiyacı hissediyorum. Bir insan kim olursa olsun, hangi mezhepten tarikattan olursa olsun, Kur’an da belirtilen temel iman esaslarına inanıyorsa mümindir ve İslam dairesi içerisindedir. Bir insanın İslam dairesi içerisinde olması “mezhebe” “meşrebe” “cemaate” “tarikata” bağlı değildir.
Dolayısıyla bu bağlılıklar, bağlı olanlar daha iyi Müslüman sayılmayacağı gibi olmayanların da İslam dışı olduklarını kimse iddia etme hakkına sahip değildir.
Yıllar öncesi Keçiören Belediyesi Hacı Bektaş paneli düzenlemişti. Çorumlu Şıh Ali Metin Dede ile yan yanaydık. Kolumu tutup kaldırmıştı; “Bakın, Ali ile Osman kardeş, yan yanalar işte” demişti. Kolumu indirmiş kulağıma eğilmişti;
“Birde şu içinizdeki Yezitler olmasa…”
“Sizdekiler ne olacak ya…”.
“Bizde de var değil mi?”
“Hem nasıl” demiştim ona.
“Yezit” ad olarak verilmez bizde.
Yer almaz nüfus kayıtlarımızda.
Yanına bile yaklaşmaz kimse.
Mezhep ayrımı olmadan, örneği yoktur onun bu millette.
Fitnenin, kötülüğün haksızlığın hukuksuzluğun simgesi olarak yer etmiştir zihinlerde.
Her gurupta bulunur ondan.
Kendi yezidine baksın herkes ilk önce.
Kurtulsun ondan, kalmaz mesele.
8 Mart Dünya kadınlar günü kutlu olsun.
Cumanız onun ardından gelecek Ramazanınız mübarek olsun. Dil sürçmesi olduysa affola
Osman ERENALP
08 Mart 2024 Ankara