Saat tam 09.00 da Türk cephe hattı komutanı, Sara ve Serdar Üsteğmenler belirlenen noktada buluştular.
Türk komutan ara bölgedeki buluşma noktasına araçsız ve yalnız gelmişti. Sara aracından inmeden öncelikle bunun farkına vardı.
Hayret etmişti!
Çünkü Rum tarafında herhangi bir konunun koordinasyonu için irtibat yapılacağı yere, Rumlar birkaç araçla birlikte gelirler, çevre emniyetini aldıktan sonra yanlarında getirdikleri tercümanlarıyla birlikte irtibat toplantısına katılırlardı. Bu nedenle Türk komutanın bu tavrı Sara’ya alışılmadık gelmişti!
Üçü birden BG kontrol noktasına geldiler. Kısa süren bir sessizliğin ardından ilk konuşan Serdar Üsteğmen oldu:
• Merhaba, Sara Üsteğmenim… Yanında gelen arkadaşını işaret ederek; bu cephe hattının Komutanı Üsteğmen Sarp’tır. Kendisini çok iyi tanırım. Çünkü Sarp Üsteğmen aynı zamanda benim sınıf arkadaşım olur. Harp okulunda aynı sıraları paylaştık. Çok disiplinli, dikkatli ve mert bir komutandır.
Sara, bir taraftan Serdar Üsteğmeni dinlemekte, bir taraftan da Sarp Üsteğmeni dikkatle süzmekteydi…
Türk komutan, yaklaşık 1.90m boyunda atletik yapılı görüntüsüyle, üniformasının göğsünde taşıdığı paraşütçü komando arması, belindeki colt marka tabancası, kalçasının üstünden sarkan komando bıçağı ile oldukça heybetli gözükmekteydi.
Çelik başlığının altından görünen siyah gözlükleri, onun bakışlarını gizemli bir hale getirmiş, kendisiyle ilgili daha fazla bilgi edinilmesini engelleyen bu görüntüsüyle, adeta ‘işte ben buyum, bundan fazlasını öğrenemezsin’ der gibiydi!
Sara, daha önceki irtibat toplantılarında birçok Türk subayı tanımıştı. Ama ilk kez kendisini bu kadar etkileyen bir komutanla karşılaşmıştı.
Çabucak kendisini toparladı ve kendine has Türkçesiyle:
• Merhaba Sarp Üsteğmen, Ben Üsteğmen Sara, Finlandiya ordu kontenjanından BG karargâhında irtibat subayı olarak görev yapmaktayım diyerek elini uzattı.
Sarp Üsteğmen, önce çelik başlığını, sonrasında gözlerini gizleyen gözlüğünü çıkardı. Birdenbire ortaya çıkan yemyeşil gözleriyle derinden derine süzdüğü Sara Üsteğmeni başı ile sertçe selamladı.
Tok bir sesle:
• Merhaba Sara Üsteğmen.
Saranın hem mikrofonik, hem de tok sesli bu üsteğmen karşısında adeta nutku tutulmuştu! Hele bir de Sarp Üsteğmenin gözlüklerinin altındaki o koyu yeşil gözlerini gördüğünde ne diyeceğini iyice şaşırmıştı.
Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Bana neler oluyor böyle derken, bu anın sihrini bozan cümleler Serdar Üsteğmenden geldi:
• Sarp kardeşim, dün akşam bu cephe hattındaki ateş kes ihlali, sonrasında Lefkoşa’nın her yerinden duyulan o büyük patlamanın nedenleri nedir acaba? Sara Üsteğmen böyle bir şeyin bir daha yaşanmaması için burada. Bu gelişmenin sebeplerini öğrenmek istiyor. Değil mi, Sara Üsteğmenin diyerek sözü ona bıraktı:
Sara şaşkınlığı üzerinden atmış bir eda ile ‘’evet ‘’ diyerek, ateş kesin neden bozulduğunu sordu.
Sarp Üsteğmen:
• Bu sorunun muhatabı ben ve temsil ettiğim Türk askeri gücü değil, Rumlardır. Çünkü onlar, gece karanlığından istifade ile bulundukları hat üzerinde yeni mevziler kazmış, hatta cephenin hemen gerisine zırhlı araçlarını yanaştırmışladır.
Bizim cephe hattındaki ileri gözetleyicilerimiz bu durumu fark edince bana haber verdiler. Ben de bölgeye aydınlatma mermisi attırdım. Böylece onların yapmış olduğu bu kaçak durum iyice ortaya çıkınca onlar da bizim mevzileri hedef alarak ateş açtılar. Yani ateş kesi bozan taraf biz değil, Rumlardır. Bu arada Lefkoşa’daki o büyük patlamanın ne olduğunu ben de bilmiyorum. Ben sadece kendi cephemden sorumluyum.
Sara, Sarp Üsteğmenin anlattıklarını dinlerken, onun bir kez bile olsun kendisine bakmadığını fark etmişti!