Muhsin İlyas SUBAŞI,
TÜRKİSTANŞEHİTLERİNİN TÜRKÜSÜ Kefenim imanımdır, umudumsa gözyaşı, Ağlama anacağım, ben yine geleceğim! Kaybetmeyeceğiz biz bu ölümcül savaşı, Her gün dirilmek için her gece öleceğim! Bilirim, yüreğinde kandan beşiğim vardır, Titreyen dudakların söyler benim ninnimi. Yavrusunu kaybeden anaya hayat dardır, Unutma, mezarımda yeşerecek kinimi! Bak, bu sabah yüzüne gülüvermedi güneş, Dert etme, gözlerimin ışığı yeter sana. Benimle doğan ülkün olacak sevdana eş, Dökülen her damla kan askerdir bu vatana! Ben, bu toprağa düşen ilk gül değilim anne, Onlar da bu toprağın son sahibi olamaz! Kandan ve silahlardan güç alana bir can ne, Binlercemiz gitsek de onlar burda kalamaz! Bırak, küçük adamlar vahşetiyle kalsınlar, Gün gelir kinlerinde çöktüğünü görürsün. Dayanırsın açlığa, ekmeğini alsınlar, Onurun ve ülkünü korudukça büyürsün!
Doğu Türkistan’ın başına gelen her belada yüreğim sızlar. Bunun örneğini, yıllar önce yazdığım yazımın başındaki şiirimle de göstermeye çalıştım. Çünkü aidiyetimin farkındayım ve onun onuruyla yaşıyorum. İnanıyorum ki; günümüzün insanı geçmişini tanıma ve sahiplenme idrakinden uzaklaştıkça, kimliğini, dolayısıyla kişiliğini kaybetmeye sürüklenmektedir. Bugün dikkat edin, kendisinde aidiyet duygusu olmayan insanların hemen tamamına yakını millî ve manevi hassasiyetten uzaktadır. Bunun en belirgin örneğini, resmi düşüncenin sahiplenme duygusunda çok daha iyi görmekteyiz. Bugün Türkiye’nin ‘Kızıl’ Çin’le olan ekonomik ilişkileri yüzünden terk edilmiş olan o millî benlik duygusunun tabii sonucu olarak, bu ülkenin Uygur Türklerine uyguladığı jenosit politikalara duyarsız kalınmaktadır. Aslında güçlü devlet, kimlik duyarlılığını, fayda ahlakına feda edemez. Böyle bir yanlış adım, ülkeyi köleliğe bile götürebilir. Para kuvvetinin zekâyı köle gibi kullandığı her toplumda onurlu devlet yerine uydu devlet çıkar karşımıza. Türkiye böyle bir gizli tehdide ve çöküşe niçin sürüklenmektedir? Sebebi açıktır: Türkiye, 40. yılını kutladığı Çin’le ilişkilerinde, dış ticarete dayalı bir ortaklık içine girmiştir. 2011 yılında Çin’le yapılan dış ticaretin 24 milyar dolara yükselmesi, ülkemizi Çin’in Amerika ve Almanya’dan sonra üçüncü büyük ticari ortağı durumuna getirmiştir. Bunun içindir ki, millî hassasiyetimiz geri planda kalmakta ve bunun için Çin, Doğu Türkistan halkını rahatlıkla ezebilmektedir. Hâlbuki Uygur Türkleri, Türk tarihinin kültürel birikimini ortaya koyan ilk topluluktur. Birçok Türk boyu gezgincilikle hayatını sürdürürken, onlar, ilk şehir medeniyetinin meşalesini yakmış ve yerleşik düzenin prensiplerini belirlemişlerdi. Meraklıları için Uygur Tarihi’nin kaynaklarını burada söz konusu etmeden şunu söyleyelim: Bizim varoluş sebebimizin dinamikleri, onların sosyal hayat kapısını çok erken asırlarda açmış olmalarından kaynaklanmaktadır. Evet, millet olarak devlet erkânıyla birlikte Siyonist zulmü altındaki Gazze’ye yanıp tutuşalım, Iraktaki ve Suriye’deki acımasızlıklara feryat edelim, ama onlardan önce seksen yıldır Çin’in zulmü altında inleyen Türkistan’ı da bu dikkatimizin gerisinde bırakmayalım. Çünkü Türkistan bizim varoluş sebebimizdir. Türkistan bütünüyle Türk dünyasının millî meselesidir. Onların ayağına taş değdiğinde bizim yüreğimiz sızlamıyorsa, ruhsal yönden ciddi bir problemimiz var demektir. Bugüne kadar hiçbir şekilde sömürgeleştirilemeyen Türk milleti, şimdi bir tarafıyla böyle bir emperyalist baskı altındadır. Unutmayalım; rakibinin güçlenmesinden korkanların zulüm ve acımasızlıkları hayvani özellik taşır. Dünyanın zalim devletlerine bakın, hep bu psikoloji içinde hareket etmektedirler. İsrail ve Çin bu özellikleri taşırlar. Onlarda merhamet kendi mafsallarından sökülüp atılmıştır. Hedef ve araç denklemi, burada hiçbir kaide ve kurala bağlı değildir. Kan dökmede hedonist ihtiraslar, günü gelir bunu yapanlardan, mutlaka ağır bedelini ister. Kul alamasa bile Yüce Yaratıcı bu haksızlığa kayıtsız kalamaz. Belki bir umudumuz, Rusya’nın çöküşüyle Türk Cumhuriyetlerinin kendi hürriyetlerine kavuşmasına benzer bir oluşumun burada da tecelli etmesi ihtimalidir: Rusya, bugünkü Çin gibi, 80 yıl Türk Cumhuriyetlerini kendi hürriyetlerinden, kendi millî iradelerini kullanma hakkından mahrum etti, sonunda çözülüp gitti. Kendi ideolojisi, kendi enkazının altında çürümeye terk edildi. İnanıyoruz ki, Doğu Türkistanlının onurlu direnişi bir gün mutlaka meyvesini verecektir. Mao’nun sopası kırılmış ve esaret zincirleri kendi heykelini sürükleyen bir intikam kamcısına dönüşmüştür. Onun varisleri, sosyal hayatın imkânlarını Çin halkına sağlayacaklarsa, böylesi bir kirli ihtirastan uzaklaşmak zorundadırlar. Gelinen bu noktada Türkiye, hep de kendi aleyhine gelişen Çin ticari ilişkileri adına, onların kontrolündeki bu soydaşlarına kayıtsız kalamaz, kalmamalıdır! Kalması; “Öz kardeşimi sen katlet, ben seyredeyim.”, anlamına gelir. Sonuç itibarıyla şunu söyleyebiliriz: Türkiye’nin iç siyasetinin doğurduğu dikkat körlüğü yüzünden dış dünyayla olan meselelerinde açık bir irade ortaya koyamamaktadır. Bu zafiyetten faydalanan Çin, son yıllarda, oradaki insanlarımıza karşı baskısını vahşete dönüştürmüş ve iki köyü haritadan silmiştir. Çin nüfusunun yüzde ikisini bile bulmayan Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri, hangi güçle bu devleti yıkacak ki, bunlar böylesine zalimce bir saldırı içine girebilmektedir? Biz sattığımızdan çok daha fazlasını onlardan alırken satacağımız üç-beş kuruşluk mal için ticari antlaşmaların perdelediği böylesine bir acımasızlığı görmemek, affedilir bir siyasi hata değildir! Bunun hesabını sormaya bizim gücümüz yetmese bile gelecekte çocuklarımız mutlaka bunun takipçisi olacaktır. Üstelik hem saldıranlarahem de bu acımasızlıklara susanlara karşı! Kararsızlığımız, kardeşlerimizin akan kanını üzerimize bir vebal örtüsü gibi getirmesin! Bu ülkenin yönetim kadroları böyle bir sorumluluğun yükünü taşıyacak güçte değildir!